Duvardan Bakınca – Hacı Akif Cengiz

HomePolitikaTeori

Duvardan Bakınca – Hacı Akif Cengiz

II. Dünya savaşı sonrasinda yeni güc dengelerine göre yeniden oluşan avrupada; savaşın yol açtığı sefaletin ve umutsuzluğun; faşizme karşı mücadele de iyice güçlenmiş komunist partilerin önderliğinde, yeni devrimler dizisine yol açmasının önlenmesi, avrupa burjuvazisi ile ittifak halindeki dünyanin yeni hegomonik gücü ABD nin ilk önceliği idi. Faşizmin yenilmesinde belirleyici bir rol oynayan Sovyetler Birligi nin prestiji ve kapitalizme alternatif olma konumu zirvedeydi. Bu koşullarda kapitalist üretim yeniden örgütlenirken a- demokratik hak ve özgürlüklerin kullanılabilirliği, b-ekonomik hakların rahatlatıcılığı, c-devletlerin sosyalligi burjuvazi tarafından ön plana çıkarıldı. Her savaş sonrasında olduğu gibi kapitalist üretim; üretim araç ve metodlarindaki değişim sonucu olağanüstü artarak kapitalizme tarihinde hiç görülmemiş nitelikte ” altın çağını” yaşattı. Bu kısa süren “altın çağ” 1974 de “petrol krizi” olarak tarihe geçen krizle birlikte bitti. Bu krize “petrol krizi” denmesi ise tamamen aldatmacadır. Bu krizin esas nedeni ise kăr oranlarında ki düşüştür. Savaş sonrasında avrupa ve tüm dünyada üretim araçlarına, barajlara, elektrik santrallarına vs inanılmaz büyüklükte yatırımlar yapıldı. Bu büyüklükteki değişmeyen sermaye yatırımları kaçınılmaz olarak kăr oranlarını düşürdü. Ve kapitalizmin altın çağını bititrdi.
Kăr oranlarının eğilimsel düşüşü Marks`ın kapital de uzun uzun anlattığı gibi kapitalizme içsel insan iradesi ile durdurulamayan, degiştirilemeyen, ancak kapitalizmle birlikte ortadan kalkacak olan bu yasaya karşı emperyalistler ürettikleri anti-kriz tedbirleri ile cevap verdiler. Bu tedbirlere topluca neo-liberalizm denir. Bu neo-liberal, anti-kriz politkaları emperyalist güc hegemonyasının genişlemesinde büyük rol oynadı:
1. Dünyanın bütününde kapitalist pazara açılmamiş hiçbir alan bırakmamak
2. Kapitalizm öncesi varolan kesimleri (pre-kapitalist unsurları) tasviye ederek kapitalist pazarı derinlemesine geliştirmek.
3. Kamusal alanları kapitalist sömürüye açmak (saglığın,eğitimin,ulaşımın özelleştirilmesi)
4. Kamuya ait üretim merkezlerini özelleştirmek
5. Toplumu bütün alanlarda örgütsüzleştirmek
6. Devleti örtük sınıf aracı olmaktan çıkarıp onu güvenlik ve yargı ile sınırlamak
Adına neo-liberalizm denen bu ekonomi politikaları ABD emperyalizminin önderliğinde IMF ve Dünya Bankasi eli ile dünyanin geri kalanına zorla dayattıldılar. Dünya halklarını bu talan ve yıkım politikalarına ikna etmeleri normal yollardan mümkün olmadığından dünya darbeler yoluyla faşişt diktatörlükler çağını başlattılar. Latin ve Orta Amerika, Afrika, Orta Doğu ve Asya da bu ekonomik talan siyasetine direnişleri örgütleyen solu ezip milyonlarca insanı öldürdüler. Türkiye, Birezilya, Arjantin, Sili, Kore halklarının tarihleri bu mücadelelerin tarihleridir. Bu yağma, talan siyaseti ancak devrimle durdurulabilirdi. Bu çesitli nedenlerle olmadi. Salvador ve Nikaragua da başarılı olsa bile emperyalizm tarafından boğuldular.
Emperyalizmin saldırıları kendi dışındaki ülkelerle sınırlı olmayıp, emperyalist ülkeler kendi ülke halklarına karşı da saldırıya geçtiler. Sendikasızlaştırma, esnek çalışma, özelleştirmeler, kamunun talanı, sosyal devletin budanması gibi yaptırımlar halkta yer yer öfke patlamaları yarattı. Bunlardan en büyük ve önem arzedeni Ingiltere’de yaşandı. Ingiltere’de neo-liberalizmin Teacher önderliğindeki saldırılarına işci sınıfı 1984 de başlayıp 1985 de biten büyük madenci grev ve mücadele kampanyası ile cevap verdi. Bir yıl süren büyük mücadele malesef yenildi. Bu yenilgi emperyalist ülkelerde göreli yüksek ücretlerin, sosyal politikaların sonunu getiren milat oldu. Yani Avrupada devletlerinin sosyal niteliğinin aşındırılma sürecinin başlangıcı oldu.
Emperyalizmin bu saldırılarına dünyadaki en örgütlü proleterya olan Sovyetler Birligi kendi iç dinamikleri nedeni ile karşı koyamadı yıkıldı. Sovyetler Birligi nin yıkılışı tarihin bir dönemini sona erdirirken yeni bir döneminde başlangıcı oldu.
Emperyalizm zafer sarhoşluğu ile alternatifsiz kalmanın rahatlığı içinde “tarihin sonunun geldigini” ilan ederken iş yaşamını artı-deger sömürüsünü yoğunlaştıracak şekilde yeniden örgütlediler.
Emperyalizmin bu topyekün saldırılarına karşı bir mücadele hattı oluşurulamaması, var olan örgütlülüklerin dağılması veya başkalaşarak güçsüzleşmesi salt politik yenilgi ile açiklanamaz. Yenilgi politik ve örgütsel düzeyle sınırlı olsa idi, daha kısa zaman içinde dönemin ruhuna uygun yeni politikalar ve mücadele araçları yaratılıp yeni bir mücadele hattı oluşturulabilirdi. Asırlardır süren sınıf mücadelesi düz bir hat izlemedi. Inişli çıkışlı, dolambacli bir hatta son iki yüz yılda hızlandı. 20.yy son çeyreginde işci sınıfının tam bir yenilgisi ile sonuçlandı. Her sona eren süreç aynı zamanda başka bir sürecin başlangıcıdır. Bu yenilgi deyim yerinde ise bağıra, bağıra geldi. Zira sol önce ideolojik olarak üstünlügünü kaybetti. Ideolojik yenilgi politik yenilgiden önce gerçekleşti. Sonra Sovyetler Birligi’nin yıkılması ile politik yenilgi dünya genelinde tescillendi .
Ideolojik yenilgi dünya sol hareketini tam bir kaosa sürükledi. Rota kayboldu, pusula kırıldı. Bu durum „ „ solu“ sol olmaktan çıkarıp, iktidar ve devrim perspektifinin kaybolması ile sonuçlandı. Kabul etmeliyiz ki 120 yıl öncesinden de güçsüz, daha örgütsüz ve ideolojik olarak kaotik bir durumdayiz. Ve bir Lenin`imiz de yok.
Yaşadığımız bu tarihsel süreç “eskinin ölemediği, yeninin dogamadığı” bir zaman dilimidir. Eskinin ölmeyip bir takım anti-kriz tedavisi ile mi devam edeceği ya da eskinin nasıl ve hangi nitelikte doğacağının belirleneceği tarihsel mücadeleler döneminin hemen başındayız. Bu güne savaş öncesinin ölüm sessizliği hakim. Bu sessizlik kırılmaya başladığında göreceğimiz halklara (bize) iki yol dayatıldığıdır. Teslim olmak ya da ölmek. Başka bir ifade ile ya barbarlığa (faşizme, kapitalizme) teslim olacağız ya da mücadele edeceğiz. Yeninin doğmasına (sosyalizm) katkıda bulunacağız. Bugün avrupa ve dünya semalarında işci sınıfının hayaleti dolaşmıyor ama sınıfın baş öğretmeni Marks’ın hayaleti dünya semalarında tekrar dolaşmaya başladı
Bu kaotik durumdan çıkışın ilk evresi (yenilginin tersine çevrilmesi) aynı zamanda ideolojik mücadele`de yeniden üstünlük sağlanmasıyla mümkündür. Ideolojik mücadele bugün politik mücadelenin önünü açan dalga kıran konumundadır. Politik mücadelenin tekrar doğru bir hatta gelişebilmesinin ön koşulu ideolojik olarak ezilenlerin dünya görüşlerini açık ve net bir bicimde, eğip bükmeden savunmaktır. Emperyalizm ülkeleri işgal etmeden önce beyinleri işgal etti. Beyin işgalinden sonra ülkenin işgali sıfır maliyettedir. Burjuvazi ideolojik olarak önce sınıfın ve sınıfın öncülerinin beyinlerini işgal etti. Beyinlerin işgalinden sonra politik yenilgi son büyük çatışmaya gerek kalmadan gercekleşti. Önce bizlerin sonra toplumların beyinlerini işgalden kurtarmak herşeyin ilkidir. Mücadele degiştirici, dönüştürücü, kurtarıcı ve örgütleyicidir… Duvar dan bakınca gözüken budur.