Göç Dosyası II / 2.Dünya Savaşı sonrası gelişmekte olan Almanya’ya yeni işçi göçü…Ali Şahverdi

HomeManşetIrkçılık - Göç

Göç Dosyası II / 2.Dünya Savaşı sonrası gelişmekte olan Almanya’ya yeni işçi göçü…Ali Şahverdi

Bu Bölüm  II. Dünya savaşı sonrası Almanya’ya göç- göçmenlik ve Almanya’da yabancılar politikası konusunu ele almaktadır.

II.Dünya savaşı, insanlığa bütün acımasızlığı ve insanlık dışı yöntemleri ile unutamayacağı kötü bir miras bırakarak sona ermiştir.

Savaş sonrasında, atılan bombalar sonucu oldukça çok hasar gören Alman şehirleri, toplumda ‘’bir daha savaş öncesi konuma gelebilir miyiz’’ endişesi yaratmış ve yeniden nasıl bu şehirleri inşa edebiliriz düşüncesi ve perişanlığı yaşatmıştır.

Öte yandan Amerikan Hava Kuvvetleri’nin (Amerikan Air Force) yaptığı incelemeye göre şehirlerin 4/5’ü yerle bir edilmiş ya da ağır hasara uğramıştı. Nedense endüstri bölgeleri ve makinaların sadece %6,5‘i hasar görmüştü. Hatta bombalama sürecinde bile demir-çelik üretimi aralıksız devam ediyordu.

Savaş endüstrisi üretiminin en üst aşamasını yaşamaktadır. 1945 yılının ilk yarısı verilerine göre 1941 yılı ile kıyaslandığında ikiye katlamıştır.

Bu orantıları görünce insanın sanki bombalayan pilotlara ‘endüstri bölgelerini bombalama’ gibi bir emir verilmiş diyesi geliyor.

Savaş bütün hasarlara rağmen bitmiştir. Artık iki Almanya vardır. Demokratik Almanya Cumhuriyeti ve Batı Almanya Cumhuriyeti.

Bombalama sonucu yıkılan şehirler yeniden inşa edilmeye başlanır.

Bu dönemde batı Almanya’da halkın çektiği geçim sıkıntısını ve insanların barınması için Amerikalıların “Marshall Planı” devreye girer.

1950’lere gelindiğinde, savaşta esir düşen alman askerleri ve cephelerde olan askerler evlerine geri dönmüş olsalar da mevcut iş gücü ihtiyacını karşılayacak durum söz konusu değildir. Ağır şartlarda ve Almanların çalışmak istemediği iş kollarında yeni iş gücüne ihtiyaç vardır.

1955 yılında İtalya ile İşgücü Anlaşması yapılır. 1955 yılında anlaşma yapılmasına karşın 1959 yılına kadar İtalya’dan gelen işçi sayısı sadece 50 bindir. Daha fazlasına da ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ihtiyacın bir kısmını Doğu Almanya’dan kaçan mülteciler karşılamaktadır.

Bir yandan iş sahaları genişlemektedir, öte yandan da 1961 yılında Doğu Almanya’nın Batı Almanya ile arasına ördüğü duvar, Doğu’dan gelen mülteci sayısını nerede ise sıfıra düşmesine neden olmuştur.  Bu iş gücü açığı yabancı işçilerle kapatılacaktır.

1959 yılında sayıları 166.000 olan yabacı işçiler 1965 yılında 1 milyon artarak 1.164 bine ulaşır.

Bu arada Almanya’da çalışanların sayısı 4,5 milyon artarak 1965 yılında 26,5 milyona ulaşmış ve böyle de devam edecektir.

Fakat Almanya’yı daha fazla yabancı işçi almaya zorlayan nedenler kendisini dayatmaktadır. Bunlar başlıca şöyle sıralanabilir.:

  • Doğu Almanya’nın ördüğü duvar sonucu mültecilerin gelmesinin engellenmesi,
  • Savaş yıllarında doğum oranının düşmesi sonucu yetişen gençlerin azalması,
  • Emeklilik yaşının belirlenmesi ve aşağı çekilmesi sonucu emekli sayısının artması,
  • 1960‘lardan başlayarak mesleki eğitim süresinin uzatılması,
  • 1960 yılına kadar 44,4 saatlik haftalık iş saatlerinin 1967 yılında 41,4 saate düşürülmesi gibi sebeplerden dolayı oluşan işçi açığı yabancı işçiler ile giderilmesi.

Ve öyle de oldu.

Büyük firmalar işçi sıkıntısı çekmekte ve adeta işçi üzerine kavga etmektedir. Ağır sanayi, hükümeti yabancı işçi alımı konusunda zorlamaktadır.

Başarılı da olurlar. 1955’de İtalya ile yapılan anlaşma baz alınarak işçi alımı anlaşması başka ülkeleri kapsayarak genişletilecektir.

Dönemin Çalışma Bakanı Theodor Blank Mart 1960 yılında Yunanistan ve İspanya ile, 1963 yılında Fas ile, 30 Ekim 1961’de Türkiye ile, 1963 yılında Güney Kore ile anlaşma imzalar. Daha sonra 17 Mart 1964’de Portekiz ile, 1965 yılında Tunus ile, 12 Ekim 1968 yılında ise Yugoslavya ile işçi alımı anlaşmasını yapılır.

1959-1965 yıllar arasında yabancı işçi sayısında bir milyon çoğalma görülmektedir.

Öte yandan Almanya sanayisi savaş sanayisinden normal üretime geçmeyi başarır. Savaş yıllarında çalıştırdıkları savaş esirleri ve zorunlu işçiler artık yoktur. Yerli çalışabilecek insan sayısı mevcut ihtiyaca cevap vermemektedir.

 Türkiye’den Almanya’ya İşçi göçü 60 yaşında

Türkiye’den gelen genç kadın, erkek işçiler misafir işçi olarak gelmişlerdi. Aradan 60 yıl geçti.

30 Ekim 1961 yılında Batı Almanya başkenti Bonn’a bağlı Bad Godesberg kasabasında Batı Almanya ile Türkiye Cumhuriyeti arasında 1 Eylül 1961’den itibaren geçerli olmak üzere İş gücü anlaşması imzalanır.

İmzanın atıldığı yıl Almanya’da ,1949-63 yılına kadar Başbakan olan Konrad Adenauer (CDU) iktidardadır. Türkiye’de ise 1960 askeri darbesi olmuş ve milli Birlik hükümeti vardır. Atılan imza iki ülkenin de çıkarınadır. Almanya’nın işçiye ihtiyacı var, Türkiye’de ise ciddi bir işsizlik mevcuttur.

Anlaşmaya göre Almanya sağlık kontrolleri için doktorlarını gönderecek, giderleri kendisi karşılayacaktı. Türkiye ise sağlık kontrollerinin yapılacağı muayenehaneleri hazırlayacak, gelen doktorların ihtiyaçlarını karşılayacak ve gerekli desteği sunacaktı. Başvurular Türkiye İş Kurumu ‘na yapılacaktı.

İş Kurumu’na başvuran yüz binlerce genç, kadın ve erkek, İş Kurumu’ndan gelecek cevabı sabırsızlık ile bekliyordu.

Bir tren yolculuğu ile başlayan serüven bir ömre vesile oldu.

Sağlık kontrolünden sonra , sonuç nasıl çıkacak diye heyecanlı bekleyişler, sağlam çıkanların sevinçleri, çıkamayanların hüzünleri karışıyordu puslu havaya.

Bir hayal kurulmuştu, yaban ellere gidilecek, birkaç yıl çalışılacak ve geri dönülecekti. Ne oldu? Bir ömür geçti.

Geride bıraktıkları yakınlarına duyacakları hasrete, bir bilinmeze, ya da doğdukları yerde doyamamanın kahredici ezikliğine, yeni umutlara yolculuktu bu.

Yer İstabul Sirkeci Garı.

Bütün kontrolleri tamamlanmış genç sağlıklı kadınlar ve erkekler Münih’e yola çıkmak için bekleyen trende yerlerini almışlardı.

Sevdikeri ile vedalaşıp ilk defa ecnebi bir memlekete yola çıkacaklardı. Konyalı Muhlis, Artvinli Abdülrahman, İzmirli Hüseyin, Malatyalı Hamza, yanlarında da Karslı Mahmut. Hiçbiri birbirini tanımıyordu, ilk defa karşılaşmışlardı, tesadüfen aynı tren kabinine düşmüşlerdi.

Hedefleri, heyecanları, hüzünleri ve sevinçleri aynıydı her birinin. Aynı yan kabindeki İzmirli Sabiha, Balıkesirli Selma, Mersinli Gülbahar ve Vanlı Menekşe gibi. Onlarında durumu ötekilerinkinden farklı değildi. Ard arda sıralanmış kara trenin 15 vagonunda  bulunan 540 kişinin hepsi aynı duyguların esiriydiler.

btr

Tren Münih’e varıncaya kadar kim bilir ne muhabbetler geçmiştir aralarında. Hüzünler dağılmış yerini heyecana bırakmıştı.

Nasıl anlaşacağız? Çalışacağımız yere nasıl gideriz? Nerede yatıp kalkarız? Ne yer ne içeriz? Daha birçok soru. Bir yandan da geçtikleri komşu ülkeleri pencereden izliyorlardı. Bir kopuş gerçekleşiyordu …

Tren Almanya sınırına girdiğinde heyecan doruktaydı, Münih Tren İstasyonu’na yaklaşan tren sanki biz geldik dercesine o unutulası zor siren sesi duyuldu. Tren 11. Perona yanaştı. İşte 60 yıllık Türkiyelilerin göç gerçekliği böyle başladı.

O ilk imzanın atılmasının üzerinden tam 60 yıl geçti. Birkaç yıl çalışıp kurdukları hayalleri gerçekleştirmek için dönmekti amaçları. Kimisinin bir traktör, bazılarının bir ev, kimisinin ise bir dikiş makinesi idi amaçları ve hayelleri. Hayalleri belli ve sınırlı, amaçları ise 1—2 yıl idi. Uzun kalmak mı? Ama olmadı, o başlangıçtaki birkaç yıl birkaç 10 yıl, sonra 60 yıl oldu.

İlk gelenlerin anıları, hep doktor kontrolleri, Sirkeci Garı ve Münih Tren İstasyonu’nun 11. peronu ile başlar. Oradan da gidecekleri, çalışacakları firmalara dağıtılırlardı.

İş yerlerinin uygun gördükleri yerlerde kalıyorlardı. Zaten hem Almaya iki yıllığına diye planlamıştı hem de gelen misafir işçiler, uzun kalmayacaklardı. Bunun için en ucuz yerlerde ve çoğu zaman da en bakımsız yerlerde, birçok yerde de zorunlu işçilerin zamanında kaldıkları barakalarda kalacaklardı.

1970 yılına kadar barındıkları mekanlar, genellikle üç dört kişinin aynı odada yattığı, mutfak, banyo ve tuvaletlerin ortak kullandıkları bekar evleri biçimindeydi.

Ya da eski bakımsız binalar yabancılara kiraya verilerek emlakçıların herhangi bir bakım yapmadan kiraladıkları evler oluyordu. Binalara bakım olmayınca emlakçılar bir süre sonra daha rahat yıkım izni alarak kârlarına kâr katacaktı. Böyle olunca yabancıların ağırlıkta oturduğu semtler oluşacaktı. 

Bundan önceki bölümde değindiğimiz gibi imparatorluk döneminde edinilen tecrübe ile, gelen işçiler misafir olacak, iki yıl sonra geri gidecek, gerekirse yenisi gelecekti (Rotasyon). Bu durumda hem ucuz iş gücü olacak hemde devlete herhangi bir sosyal yükü olmayacaktı.

Gelir gelmez işbaşı yapan işçiler, dil sorunu başta olmak üzere, ciddi sorunlar yaşayacaktı.

Dil bilmemenin acısını, çıkarmaları gereken akort işlerinde de çektiler. Fabrika yetkililerine ne kadar çalışkan olduğunu göstermek için gelen akort kontrolcüsünü kontrolcü olduğunu bilmeden daha hızlı çalışıp akorttun yükselmesine sebep de oldular. Bu durum yerli işçiler ile soruna nedeni oluyordu.

Gelenlerin büyük bir bölümü 20 ile 40 yaş arasındaki erkeklerden oluşuyordu. 1961 yılında  yabancıların %80’i çalışıyordu. Almanlar’da bu oran %47 idi.

İş koşuları oldukça ağır, kirli ve genellikle niteliksiz işlerde çalışıyorlardı. Yoğunlukla vardiyeli, akort ve bantlarda, inşaatlarda, kömür ocaklarında, endüstride ve demir çelik fabrikalarında çalışmaktaydılar.

1960‘lı yıllarda verilen rakamlar bunu doğrulamakta:

Yabancıların %71,8’i 1961 yılında ikincil sektörde çalışırken, Almanlar’da bu oran sadece %47,8 idi.

1966 yılında yabancı işçilerin %90’ı işçi olarak çalışmaktayken, Almanlarda bu oran %49 idi.

1966 yılı verilerine göre yabancı erkeklerin %72’si niteliksiz işçi statüsünde çalışmakta ve en çok yabancı işçi oranı inşaat sektöründe, metal endüstrisinde, maden ocaklarında bulunmakta. Niteliksiz işçi olarak çalıştırılan ‘misafir işçiler’ hem ucuza çalışıyorlardı hemde fazla çalışıyorlardı.

Durum böyle olunca yerliler herhangi bir meslek sahibi olmasalar bile nitelikli işçi olarak veya daha iyi iş alanlarında çalışmaya hak kazanıyorlardı.

Sosyolog Friedrich Heckmann‘ın hesaplamasına göre „1960 ile 1970  yılları arasında yaklaşık 2,3 milyon Alman, işçi statüsünden memur statüsüne terfi etmiş. Bunlara bu zemini sağlayan misafir işçilerin gelmesidir[1]

Yıl 1964, artık Almanya ‘ya gelen dönemin misafir işçilerinin sayısı 1 milyonu bulmuştur.

10 Eylül 1964 yılında 1 milyonuncu Yabancı İşçi ünvanına hediye olarak bir adet motosikleti Köln Tren İstasyonu’nda yapılan tören ile Portekizli ‚Armado Rodrigues de Sâ almıştı.

Yabancı işgücü ihtiyacı, büyüyen Alman ekonomisinin ihtiyacını karşılamak için vazgeçilmezdi.

Çünkü Almanya’nın hangi eyaletinde veya hangi şehrinde iş gücü açığı var ise oraya getirilen yabancı işçi, bu ihtiyacı karşılayabiliyordu. Buna karşılık yerli işçilerin aynı esneklikte bir şehirden başka bir şehire çalışmaya gitmesi kolay olmuyordu.

Konut sorunu, okul, çocuk yuvası, vb. gibi sorunu olmayan yabancı işçilerin, daha üretken ve masrafsız olduklarını dönemin ekonomi bakanı Schiller de dile getirmişti.

Nisan 1965 yılında Yabancılar Yasası çıkartılır. O döneme kadar savaş öncesi ve savaş dönemi polis kararnameler ile idare edilen yabancı işçilerin yasal statüsü, Yabancılar Yasası ile kurallara bağlanır. Yasa özellikle Avrupa Ekonomik topluluğuna bağlı olmayan ülkelerden gelen yabancıları hedeflemekteydi.

Fakat yabancı işçilerin, ülke ekonomisine katkıları dönemin hükümeti tarafından övülürken öte yandan toplumda iyiden iyiye geliştirilen yabancı düşmanlığı baş göstermeye başlar.

1964 yılında kurulan ve 1966 yılından 1968 yılına kadar 7 eyalette meclise girmeyi başaran NPD, propagandasını yabancı düşmanlığı üzerine kurar, toplumdan da beklenmedik taraftar toplar.

O dönemde çıkan gazete haberlerinde ve yapılan yorumlarda yabancılar üzerine olumsuz yayınlar yapılır.

1966 yılında Alman ekonomisinin geçirdiği kriz dalgasında, yabancı işçilerin ekonomiye katkıları inandırıcılığını yitirdiği ortaya çıkar.

Misafir işçiler artık toplumda istenmeyenler durumundadır

Almanya İşverenler Birliği’nin (BDA) 1966 yılında Baden Wüttenberg‘de yaptığı toplantıda ‚Yabancı işçilerin üretkenliği Alman iş arkadaşlarından kesinlikle az değildir’’ tespiti yapılır. Bunun üzerine Bild gazetesi‚ “misafir işçiler Alman işçilerden daha çalışkan’’ manşeti ile çıkar.[2]

Buna tepki oldukça büyük olur. İş yerlerinde sorunlar yaşanır ve Alman işçiler özellikle Baden-Württemberg eyaletinde birçok işyerinde 5000 işçinin katıldığı uyarı grevi yaparlar. Bild gazetesi boykot edilir.

1966 yılında yapılan araştırmaya göre basında yabacı işçiler üzerine yapılan yayınlar, 3 kat artış göstermiş, bu yayınların üçte biri yabancıların adli ve sexüel sansasyon yaratacak olaylar içermektedir. Ve araştırmaya göre Alman halkının %51’i, o dönemde yabancıların Almanya’ya getirilmesine karşıdır.

Muhafazakâr sağcı politikacıların seçim konuşmalarında en çok alkış toplayan bölümleri, yabancı işçilere karşı olan bölümlerdir.

Bu konuda Mayıs 1966’da Nürnberg’de yayınlanan Abendzeitung şöyle yazıyordu;

’’Yaklaşık bir yıldan beri Almanya topraklarında hemen hemen her politik toplantıda rahatlıkla alkış toplayan bir konu var, o da misafir işçiler aleyhine konuşmak. Bazı fabrika işçileri, fabrikaya misafir işçiler alınmasın diye, sözleşmenin dışına çıkarak haftada daha fazla saat çalışmaya hazır olduklarını belirtiyorlar.

Sanayi derneklerinin açıklamalarında, yerli halk mahallesinde misafir işçi istemediği için, misafir işçilerin barınma sıkıntısı çektiklerini bildiriyorlar.

Çünkü, çok gürültü yapıyorlar, ya da misafir işçiler toplu olarak hastalık raporu alıyorlar, ya da onlardan dolayı adli olaylar artıyor, ya da onlar bizim iyi paramızı ülkelerine yabancı ülkeye gönderiyor, gibi sebepler yaygın durumda. Öyle yaygın ki hatta bazı milletvekilleri de bu milliyetçi dalgada yüzmekte, bu puslu havadan yararlanmaya çalışmaktadır.[3]

1966/67 krizi kısa sürer, takip eden yıllarda büyüme hızında ciddi bir artış görülür.

Yıllar geçer, tarih 27 Kasım 1969’u gösteriyordu. Münih Tren İstasyonun hareketli tren garında bekleyen dönemin Federal İş Kurumu Başkanı Josef Stingl yanına bir grup gazeteci alarak 11. peronda bekliyordu.

Sirkeci’den kalkan Tren Münih Gar ‘ına ulaşmış ve milyonlarca işçinin ayak bastığı 11. perona yanaştı. Elinde tahta bavulu ile trenden inen İsmail Babader, kendisine yaklaşan Çalışma Bakanı Josef Stingl ve etrafındaki gazeteci ordusu karşısında şaşırmıştı. Karşılama o biçimdi, sadece kırmızı halı eksikti. Çok geçmeden Güney Avrupa’dan gelen 1 milyonuncu işçi olduğunu, karşılamanın nedeninin bu olduğunu anlamıştı İsmail Babader.

Güney Avrupa‘dan gelen 1 milyonuncu işçi ödülü olarak da, o dönemden başlayarak bütün zamanların vazgeçilmez eğlence aleti olacak olan, siyah beyaz bir televizyon hediye edilir.

İsviçreli yazar Max Frisch’in o ünlü ’’Biz İş gücü çağırdık, insanlar geldiler’’ sözü, Josef Stingl’inde düşüncesi olmuştu.

Sadece Güney Avrupa‘dan gelen işçilerin sayısı 8 yıl içinde 1 milyona ulaşmıştır.

1968’den 1973 yılına kadar yabancı işçilerin sayısında ciddi bir artış izlenir. Yabancı işçi sayısı 1973’te 2 milyon 595 bine ulaşır.[4]

Türkiye‘den gelenler 893.600 kişi ile Almanya’da yaşayan yabacıların en kalabalık gurubu olurlar.

Misafir işçilerin birkaç yıllık misafirliğinin üzerinden artık 10 yıl geçmiştir bile. İşverenler ve Hükümet, yeni bir durumla karşı karşıyadır.

Misafir işçiler, artık eşlerini ve çocuklarını yanlarına getirmeye başlamışlardı. Çalışan yabancı kadınların sayısı da azımsanmayacak ölçüdedir. 1960‘ların ortalarında çalışan yabancı işçilerin %30’unu kadınlar oluşturmaktadır.

Sayıları 2,2 milyonu bulan yabancı işçi sayısı ve getirilmeye başlanan eş ve çocuklar Almanya ‘yı yeni bir durum ile karşı karşıya bırakmıştır.

Çıkar ilişkisi yeniden devreye girer.

Yabancıların, çocukları ile burada yaşamaları her ne kadar alışverişler dolayısı ile piyasayı canlandırsada, bugüne kadar genellikle toplu konutlarda yaşayan işçilerin ev ihtiyacını karşılamak, çocukların okul, öğretmen ve altyapı hazırlıkları için devlete ne kadar yarar sağlayacakları ve yük olacakları tartışmaları başlar.

Entegre olmamış bir misafir işçi yılda 30.000 DM kamuya yük olurken entegre olmuş bir misafir işçi 150.000 ile 200.000 DM yük olacağı hesapları yapılır.

Bu tartışmalarda İşverenler Birliği I. Dünya savaşı öncesi Prusya’nın o dönemde uyguladığı miliyetçi rotasyon prensibi önerisini yapar.

Öneri, birkaç yıl çalıştırıp göndermek ve yeniden getirmeyi içeriyordu.

Fakat bu öneri kendi çıkarlarına ters düşüyordu. İşe alışmış işçileri göndermek onların da işine gelmiyordu.

Bu öneri sendikaların, kiliselerin ve hükümetin de karşı çıktığı bir öneri olarak kalır.

1973 yılında yabancılar politikası dönüm noktasına ulaşır.

Dönemin Almanya Başbakanı Williy Brandt, Ocak 1973’te yaptığı hükümet açıklamasında ‚’’ Toplumumuzun kabul edebilme sınırını ve sosyal anlayış ve sorumluluğumuzun nerede dur diyeceğimizi iyi düşünmemiz gerekir’’ der. Ve aynı yılın temmuz ayında Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üye olmayan ülkelerden işçi getirmek için işverenlerin ödediği 300 mark bedel 1000 marka yükseltilir. Böylelikle yabancı işçi alımında azalma beklenir.

Zaten çok geçmeden petrol krizi çıkar ve 23 Kasım 1973 yılında işçi alımı durdurulur.

O zamana kadar Almanya ‘da 2,6 milyon yabancı işçi yaşamaktadır.

Yılda 200 ile 300 bin kişi kendi rızası ile Almanya’yı terk eder, buna karşılık da yılda 40 ile 50 bin işçi çocukları Almanya’ya getirilir.

Yasalar da bunu olanaklı kılmaya başlamış, bir yandan ülkedeki piyasanın canlanmasını, öte yandan da yeni gelecek aile fertlerinin yeni iş gücü olacağını düşünerek, yasalar çerçevesinde eşlerini ve 16 yaşından küçük çocuklarını yanına getirme olanağı sağlandı.

Artık 1973 yılının sonlarına yaklaşırken Kasım ayında Almanya işçi alımını durdurur. Dünyada petrol krizi diye bilinen krizden dolayı yeni bir altüst yaşanmaya başlanır. O zamana kadar Almanya’da yabancı işçi sayısı 2,6 milyona ulaşmıştır. 

 

Göç Dosyası devam edecek……..

 

[1] Hekmann, Die Bundesrepublik, s.170

[2] Bild zeitung 31.03.1966

[3] https:/www.researchgate.net publication 318659565…

[4] Statistisches bundesamt Befölkerungsstuktur und wirtschaftskraft der Bundesländer 1973 ,s 78 Fijalkowski,Gastarbeiter s.422.Ulrich Herbert, geschichte der Ausländerpolitik in Deutschland ,s. 198

DuvarYazısı.Org