Kadınların karşılığı ödenmeyen emeği ve faşizm – Esma Çağlak

HomeManşetEmek - Sermaye

Kadınların karşılığı ödenmeyen emeği ve faşizm – Esma Çağlak

Patriyarkal kapitalist sistem tarafından silahlandırılan erkekler, emeğin maddi ön koşulu olan kadının görünmeyen emeğine ücretsiz, kesintisiz bir biçimde el koyulmasını sağlar. El koymanın yönteminin farklılaşması sistemin yapısıyla, yönetilme biçimiyle doğrudan bağlantılıdır

Erkek egemenliğinin yüzyıllardır geçirdiği çeşitli tarihsel dönemler arasındaki ortak nokta kadınlar üzerinde baskı kurabilecekleri şiddet araçlarına sahip olmalarıdır. Elinde bulundurdukları çeşitli silahlar ile dönemin ihtiyacı çerçevesinde kadın emeği ve bedeni üzerinde el koyma veya zorla ele geçirmeyle tahakkümlerini sürdürürler. Afrikalı köleler, Latin Amerika’nın mülksüzleştirilmiş köylüleri ve Kuzey Amerika’nın katledilmiş yerli nüfusu, on altı ve on yedinci yüzyıllarda ortak alanları elinden alınan, şeytanileştirilerek katledilen kadınlar[1] gibi örneklendirebileceğimiz tarihsel örneklerde el koymanın yöntemleri farklılaşsa da patriyarkal sistem her dönem varlığını korumuştur. Kapitalist sistem açısından erkeklerin bu şekilde silahlandırılmasının amacı ise cinsiyetlendirilmiş bir iş bölümünün gerçekleşebilmesidir. Bu kapitalist iş bölümünün genel karakteri üretim alanının ücretli emek-erkek işçiler, yeniden üretim alanının ise ücretsiz emek-kadınlar üzerinden tanımlanmasıdır. Ücretli emeğin üretken hale gelmesi ancak yeniden üretim alanındaki faaliyetlerin gerçekleşebilmesine bağlıdır.[2] Engels üretim ve yeniden üretim alanı içerisinde toplumsal cinsiyetlendirilmiş iş bölümünün ikili bir tabiata sahip olduğunu söyler.[3] Peki, üretimin bu ikili tabiatı kapitalist sistemde nasıl şekillenir?

Kapitalist sistem üretim süreçlerinde insanın oluşumu ile kârın oluşumunu parçalamış; birini kadınların üzerinden diğerini ise kamusal alanda ücretli erkek işçinin emeği üzerinden tanımlamıştır. Kadınların yeniden üretim alanı içerisinde gerçekleştirdiği ev içi görünmeyen emeği üzerinden oluşan artı değer görünmezleştirilmiştir.

Sonuç olarak patriyarkal kapitalist sistem tarafından silahlandırılan erkekler, emeğin maddi ön koşulu olan kadının görünmeyen emeğine ücretsiz, kesintisiz bir biçimde el koyulmasını sağlar. El koymanın yönteminin farklılaşması sistemin yapısıyla, yönetilme biçimiyle doğrudan bağlantılıdır. Bu noktaya birazdan tekrar geleceğiz ama şimdi neoliberal dönemde üretim ve yeniden üretim alanındaki dönüşümün emeğe ve kadınlara dönük yansımasına bakalım.

Emeğin ev-kadınlaştırılması

Neoliberal kapitalist sistem içerisinde proleterleştirmenin sınırlarına dayanmasıyla emeğin kendisi tarihsel bir dönüşüm geçirerek ev kadınlaştırılmaya başlamıştır. Maria Mies ev-kadınlaşmış emeği şöyle tanımlıyor; ev işinin tipik özelliklerini taşıyan, yani sendikalarca ya da iş hukukunca korunmayan, herhangi bir zamanda herhangi bir fiyata elde edilebilen, “gelir üreten faaliyetler”de olduğu gibi “çalışma” olarak değil ama “faaliyet” olarak kabul edilen, yalıtılmış ve örgütsüz vs. demek olan emek. Bu durumun kendisi egemen üretim ilişkilerinin sadece ücretli emek üzerinden şekillenmediğini, ücretsiz emeğin de burada ana belirleyen olduğunu açığa çıkarmıştır. Bugün ev içerisinde kadınların gerçekleştirdiği olabildiğince esnek, tanımsız, ücretsiz, güvencesiz çalışma biçimi neredeyse bütün proletaryanın çalışma biçimi haline gelmektedir.

Diğer yandan bugün kapitalist sistemde proleterleşmenin sınırları zorlanırlanırken  artı değerin oluşma biçimleri genişlemiştir. Toplumsal yeniden üretim maliyetlerinin önemli bir kısmı sağlık, eğitim, sosyal güvenlik gibi kamusal hizmetlerin metalaştırılması ve çocuk, yaşlı bakımı gibi birtakım sosyal hizmetlerin devlet alanından uzaklaştırılarak aile ve piyasa üzerinden bireyselleştirilmesi gerçekleşmiştir.[4] Yeniden üretim alanı metalaştırılmış, insanların yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli olan zaman ve emeğe el koyularak artı emeğe dönüştürülmüştür. Toplumsal yeniden üretim alanlarındaki ihtiyaçların önemli bir kısmının aile içerisinde kadınların üzerinden sağlanması durumu açığa çıkmıştır. Kadınların yeniden üretim alanında hem insan üretimi hem de yaşamın üretimi için temel ihtiyaçların oluşumu adına harcadığı emek bugün kapitalist sistem açısından bir artı değer haline gelmiştir.

Pandemi ile beraber bu durumun daha yoğun açığa çıktığını görüyoruz. Çalışma ve ev yaşamının iç içe geçtiği sınırların kaybolduğu bir dönemde sistem, toplumsal yeniden üretim alanındaki krizin kendisini kadınların ücretsiz bakım emeğine dayanarak sürdürebilmiştir. Kadınlar evde hem öğretmen hem anne hem eş hem sağlıkçı yani hane içerisindeki bütün bireylerin bakım yükünü üzerinde taşıyarak birçok şey olmuşlardır. Bu durum toplumsal cinsiyet normlarıyla doğallaştırılarak çalışmanın ücreti ödenmemiş, işçinin yeniden üretimi için gereken koşulların işveren tarafından ücret ödenmeksizin kadınlar tarafından karşılanması ile, ödenmeyen ücret sermayenin kâr payını oluşturmuştur. Toplumsal yeniden üretimin emek gücünün üretimini ve yeniden üretimini içermesinden dolayı sermaye birikiminin önkoşulu olmasının yanı sıra oluşan bu kâr payının küresel boyutta sistem açısından değerine baktığımızda,[5] kadın emeğine kesintisiz ve ücretsiz bir biçimde el koyulmasının garantiye alınmasının sistem açısından önemini de açığa çıkarmış oluruz. (“Oxfam’ın yayımladığı “Bakım Zamanı: Ücreti ödenmemiş ve hak ettiğinden az ödenmiş bakım emeği ve küresel eşitsizlik krizi” raporuna göre, dünya üzerinde en yoksul yerlerdeki kadınlar ve kız çocukları günde 12,5 milyar saat bakım emeğini ücretsiz sağlıyor. Bu da yıllık 10,8 trilyon dolar değerinde bir “sermaye tasarrufu” sağlıyor ki bu sayı küresel teknoloji endüstrisinin üç katına tekabül ediyor.”)

Karşılığı ödenmeyen kadın emeğinin sürekli denetiminin sağlanması: Faşizmin rolü

Kapitalist sistem bu durumu garanti altına alabilmek için patriyarkal denetim biçimleriyle birlikte özgün yöntemler kullanır. Burada bireysel veya yapısal erkek şiddetinin çeşitli görünümlerinin kadın emeği ve bedeni üzerinde denetiminden bahsedebiliriz.

Kadının ücretsiz emeği sermaye açısından bu denli kritik bir noktadayken denetim biçimi de faşist iktidar ve devlet yapısından bağımsız düşünülmemeli. Bu biçimiyle düşündüğümüzde AKP’nin son dönem kadın düşmanı politikalarını pervasızca, kendi seçmen kitlesinin önemli bir bölümünü kaybetme pahasına dayatmasını daha iyi anlayabiliriz. Kamusal alandan soyutlanarak bakım emeğini ücretsiz gerçekleştiren, makbul kadın profiline sokulmaya çalışılan kadınlar açısından kamusal alan daha da güvensiz bir duruma getirilerek denetim sağlanmaya çalışılıyor. Bunu patriyarkal bir denetim aracı olan aileyi yücelten politikalar içerisine girmesi, devletin bütün araç ve kurumlarıyla kadınları ikincilleştirmeyi yeniden örgütlemesi, erkek şiddetinin çeşitli formlarının uygulanması ve cezasız bırakılması, kadınların elinde bulunan kazanımlarının politik bir çitleme ile ellerinden alarak gerçekleştirdiğini görüyoruz.[6]

Sonuç olarak kapitalist-ataerkil ilişkilerin ve kadınların ikinciliğinin oluşması, korunması ve yeniden yapılandırılmasında devletin rolü bugün gelinen noktada bariz bir şekilde açığa çıkmaktadır. Kadın emeğinin sistem içerisindeki kritik rolü, denetim mekanizmasının da bir o kadar güçlü olmasını gerektiriyor. Neoliberal faşist rejimlerinin son dönemde yükselişi ve kendilerini kadın düşmanlığı üzerinden var etmeleri, kadınların ücretli ve ücretsiz emeğinin, bedenlerinin denetlenmesinin sistem açısından vazgeçilmez bir noktada olduğunu gösteriyor. Bugün bu nedenle AKP faşizminin kadın düşmanı karakteri aynı zamanda sınıfsaldır da. Bu nedenle de kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin kendisini yalnızca patriyarkaya karşı bir mücadele olarak tanımlayamayız. Erkek şiddetinin kendisi sınıfsal bir denetim aracına dönüşmüştür. Erkek şiddetinin yaygınlığı ve cezasızlığı kadınlar açısından oldukça güvensiz bir alan yaratarak patriyarkal kapitalist sistemin kadınlara dayattıklarını (ucuz, esnek, güvencesiz çalışma, ev içi emeğini karşılıksız vermeye devam etme…) kabul etmekten başka çaresi olmadığını göstermeye çalışmaktadır. Gündelik erkek şiddetinde (örneğin Gülistan Doku, Nadira Kadirova cinayetleri) karşımıza kontrgerilla ağının da çıkması tesadüf değildir.

Tüm bunlara rağmen kadınlar eskisi gibi yönetilemiyor. Hem kamusal hem de özel alanda kendilerine dayatılan rolleri, normları yıkmak için, eşitlik için mücadele ediyor. Bu nedenle de son yıllarda sadece Türkiye’de değil bütün dünyada dinci, otoriter, faşist rejimler kadın düşmanı politikalara sarılmış, kadınların emeği, bedeni, doğurganlığı üzerinden denetim kurmak için türlü yollara başvurmuş durumda. Faşist rejimlerin en temel dayanaklarından birini kadın düşmanlığı ve homofobi oluşturuyor. Bu nedenle de bugün feminist hareketin kendini iktidarı yıkacak bir hareket olarak yeniden inşa etmesi, faşizme karşı feminist bir mücadele programı açığa çıkarması gerekiyor.

Dipnotlar:

[1] Silvia Federici, Cadılar, Cadı Avı ve Kadınlar, Otonom Yayıncılık

[2] Maria Mies- Veronika Bennholdt-Thomsen Claudia Von Werlhof, Son Sömürge: Kadınlar

[3] “Maddeci anlayışa göre, tarihteki egemen faktör, son tahlilde, maddi hayatın üretimi ve yeniden üretimidir. Ama bu üretim ikili bir tabiata sahiptir. Bir yandan, yaşam araçlarının, beslenmeye, giyinmeye, barınmaya yarayan şeylerle bunların gerektirdiği aletlerin üretimi; öbür yandan bizzat insanların üretimi, türün üremesi. Belli tarihsel dönem ve belli bir ülkedeki insanların içinde yaşadıkları toplumsal kurumlar, bu iki türlü üretim tarafından, bir yandan çalışmanın, öbür yandan da ailenin erişmiş bulunduğu gelişme aşaması tarafından belirlenir.”

[4] Melda Yaman, Toplumsal Yeniden Üretim Birleşik Bir “Feminist” Teori, Praksis Dergi, 53. Sayı – Feminist Politika ve Kadın Emeği

[5] OXFAM’dan aktaran Tankut Serttaş, Sınırlarına dayanmış kapitalizmde ücret mücadelesi – Sendika.Org

[6] “Kim İstanbul Sözleşmesi ile başlayan bir cümle kurarsa…”: İstanbul Sözleşmesi biziz! – Sendika.Org

 

Kaynak: https://sendika.org/2021/11/kadinlarin-karsiligi-odenmeyen-emegi-ve-fasizm-638680/