Göç Dosyası III / „Misafir“ İşçilikden Göçmenliğe doğru! – Ali Şahverdi

HomeManşetAlmanya

Göç Dosyası III / „Misafir“ İşçilikden Göçmenliğe doğru! – Ali Şahverdi

2. Bölümde savaş sonrası iş gücü anlaşmaları, işçi alımının durdurulmasına kadar gelen ‘misafir işçiler’ ve Almanya’nın yabancılar politikası konusunu kısaca özetlemeye çalıştık.

Devam etmeden, eksik kalan ve ilerleyen dönemlerde konunun anlaşılması için  bir kaç noktaya değinmekte yarar var.

Birincisi; Göçmenler üzerine yapılan araştırmalar genellikle erkekleri ön planda tutarak, sanki sadece erkeklerin göçmen işçi olarak geldiği izlemini uyandırıyor.

Halbuki durum öyle değil, göçmen işçi kadınların Almanya’daki yeni göç tarihinde önemli yeri var.

Göçmen kadınlar konusunda Martina Mattes’e göre 1960 yılında gelen göçmenlerin %4,7‘si 1960—67 arası %39,9‘u ve 1973 yılında ¼’i kadınlardan oluşmakta.[i]

Bir başka kaynak ise Ulrich Herbert. O da, 1961 yılında gelen her 1000 işçinin 451’inin, 1974 yılında 631’inin ,1981 yılında 708’inin kadın olduğunu belirtiyor.[ii]

1973 yılında Neuss’da Pierburg fabrikasında göçmen kadınların direnişi.

İkincisi; 1955 yılında İtalya ile yapılan işgücü anlaşması ile başlayan, 1973 yılında işçi alımının durdurulmasına kadar olan süreçte gelen „misafir “işçiler, yaşam, iş ve ücret koşularını kabullenmeyip çoğu kez tepkilerini uyarı (‘izinsiz’) grevi („Wilde Streik“) biçimlerinde göstermişlerdir.

Ford firmasında Türkiye`li işçiler.

1960‘lardan başlayarak çeşitli kömür ocaklarında, fabrikalarda İspanyol kadınların grevleri, 1962 yılında VW Wolfsburg’da 1800 İtalyan işçisinin grevi, 1973 yılında Neuss’da Pierburg fabrikasında göçmen kadınların başlattığı ve ilk defa başarı ile sonuçlanan grevi ilk akla gelen eylemlerdir.[iii]

Yine en çok bilinen 1973 yılında Ford firmasında Türkiye’li işçilerin grevi gibi, direnişlere sahne olmuştur.

Yazı serimizin ilerleyen bölümlerinde  göçmen işçi direnişleri konusunu ayrı bir makale olarak yayınlayacağız.

Bu belirtmeleri yaptıkdan sonra devam edelim.

1962 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) anlaşması, bağlı olan ülke vatandaşlarına serbest dolaşım hakkını tanımaktaydı.

Türkiye ile yapılan anlaşma 1964 yılında yenilenmiş ve aile fertlerinin getirilmesini engelleyen madde çıkarılmıştır.

Kontrollü işçi alımı dışında Almanya’ya değişik ülkelerden vize ile gelen ve burada çalışmaya başlayan insanların sayısıda az değildir.

İlk defa 1970 yılında Aşağı Saksonya Polis istatistiklerinde illegal olarak tanımlananların sayısı, göçmenlerin %10 ile %15‘i olarak tahmin ediliyor.

1970‘li yılların ilk yarısından başlayarak göçmenlerin eşlerini ve çocuklarını yanlarına getirmelerinin yolu açılır. Bir yandan ülkedeki piyasanın canlanması, öte yandan da yeni gelecek aile fertlerinin yeni iş gücü olacağı düşünülüyodu.

1974 yılında Alman nüfusunun %6,7‘sini göçmenler oluştururken doğan çocukların da %17,3`ü göçmen ailelere mensuptu.

1975 yılında gelen göçmenlerin %27‘si 20 yaşın altındadır.

Ev bulma sorunu oldukça büyüktür. Bulunan evler de oturulacak gibi değildir. Fakat buna rağmen böyle evler de tutulur ve ailece yaşanamayacak evlerde yaşamak durumunda kalırlar.

Yabancı komşu istemeyen, ya da evini yabancıya kiralamak istemeyen yerliler maalesef çoğunluktadır. İstenmeme ve korunma duygularından ve benzeri nedenlerle, yabancıların yoğun oturduğu semtler, getolar oluşmaya başlar.

Bir yandan da Türkiye’de evler, tarlalar, dükkanlar alınır. Tüm aile artık kendisini kurtulmuş gibi görür. Çünkü aileden bir kişi Almanya’ya kapağı attı mı sırtımız yere gelmez diye bakılıyordu.

70‘li yılların ortalarından başlayarak artık yerleşik bir hayat başlamıştır.

2.Kuşak oluşmakdadır.

O zamana kadar anne ve babalarından ayrı yaşamak zorunda kalan işçi çocukları yıllar sonra aile ortamına girmeye başlar. Bir çoğu için bu hiç de kolay değildir. Aslında ne çocuklar, ne de anne babalar için alışık bir durum değildir.

Diğer taraftan da ergenlik çağında olan gençler kültür şoku yaşamaktadırlar.

Birçoğu ilkokulu ya da ortaokulu bitirip gelen gençler, başta dil sorunu olmak üzere bir çok sorun ile karşılaşırlar.

Beklentiler ve hayaller farklıdır artık. Bu çelişki yumağı günümüze kadar süren bir çok sorunu da beraberinde getirmiştir.

„Misafirliği“ kabullenmiş birinci kuşagin hayali, nasıl olsa döneceğiz diye çocukların bir an önce çalışmaya başlayıp, daha fazla para biriktirip en kısa zamanda dönmekti.

Mustafa Doma, babası ile yaşadığı bir olayı şöyle anlatıyor:

„Dil kursunda okuma yazma bilmeyen bir arkadaş vardı. Dil kursu öğretmeni bana dediki sen liseyi bitirmiş başarılı bir öğrencisin, gel sen bu öğrenciye okuma yazma öğret, ben de iş kurumu ile konuşurum, seni Münih’deki Goethe Enstütüsüne gönderteyim, okuluna devam edersin. Ben olur dedim, arkadaşa kısa zamanda okuma yazma öğrettim. Sonra öğretmen İş Kurumundan randevu aldığını söyledi, mutlaka git görüş dedi. Olur dedim. Babam ile bir tercüman aldık gittik. Görevli Goeth’ye yollayalım, almancanı ilerlet sonra okumaya devam edersin dedi. Babam ‘ja, ja’ dedi, çıktık. Tramvaya bindik eve geldik. Babam dediki ‘ula oğlum, Goethe neymiş, o kimmiş, biz seninle sırt sırta verirsek iki sene içinde kazandığımız parayı kamyonla götüremeyiz’. Bende yol bilmem, iz bilmem ‘bu adam 10 yıldır burda, bir bildiği vardır’ dedim. Ne bir meslek öğrendik ne de okula devam ettik. Bütün olabilecek olanakları kullanmadık geçti gitti.“

Mustafa’nın anlattığı bu diyalog maalesef istisna değildir. Liseyi bitirip Almanya’ya gelen göçmen çocuklarının büyük bir kesimi benzer bir durum ile karşılaşırlar.

Nasıl olsa „misafir “diye görüldüğü için, birinci kuşak diye tanımlanan işçilerin, çalıştıkları iş yerlerlerinde mesleki olarak kendilerini geliştirme konusunda herhangi bir teşvik ve bilgilendirmede olmamıştır.

Abdurrahman Gümrükçü

Kendi olanaklarıyla imkanları araştıran Abdurrahman Gümrükçü, Türkiye’de sanat okulunu bitirmiş, marangoz olarak 1970 yılında Almanya’nın Cadolzburg kasabasında kapı üreten bir firmaya işçi olarak gelmiştir. İşveren için ciddi bir kazanımdır Abdurrahman. Sonra askerlik için Türkiye’ye dönmek zorunda kalır. İşveren „sen merak etme seni yeniden isteyeceğim“ der. 18 ay askerlikten sonra yeniden İş Kurumuna başvuru yapar (ne olur ne olmaz diye) ve bir süre sonra, (patronu gerçekten de istemiştir) Almanya ‘dan istek gelir.

1973 yılında (bu defa patronun gönderdiği uçak bileti ile) ikinci kez Almanya‘ya gelir.

1988 yılında ustalık sınavı için Esnaf ve Zanaatkarlar Odasına (Handwerkskammer) başvurur. Başından geçenleri şöyle anlatıyor:

„Görüşmeye gitmeden işveren benim yeteneklerimi belirten bir mektup yazdı. Memurun yanına çıktım, Türkiye’de iyi derece ile bitirdiğim Sanat Okulu Diplomamı (Almanca tercümesi ile) verdim. Memur bana şöyle yan bakarak “bunu almak için kaç para verdin” dedi. Sonra altında işverenin mektubunu gördü, o zaman da ”ha öyle ise tamam” dedi. Bu çok zoruma gitmişti. Ulan koca Türkiye Cumhuriyeti’nde aldığım diploma geçersiz sayılıyor da bir almanın verdiği mektup daha değerli görülüyor. Bir yandan  çalışıp akşamları ve cumartesi günleri okula gittim. Sonunda Ustalık diplomamı aldım. Birinci kuşaktan benim gibi çok yoktur „[iv]

Abdurrahman Gümrükçü, „benim gibisi çok yoktur “demekte haklı.

70’lı ylların ortalarında gelen göçmenlerin sadece %11’i, 1980‘de ancak %23,6‘sı vasıflı işçi olarak çalışır duruma gelmiştir.

’’Anwerbestopp’’ olarak bilinen işçi alımının durdurulması, Almanya’daki yabancı sayısının azaltılmasını hedeflemekteydi. Fakat yapılan hesap tutmamıştı. 1979 yılına gelindiğinde toplam yabancı sayısında fazla bir değişiklik olmazken, çalışan yabancı işçi sayısı 2,6 milyondan 1,8 milyona düşmüştür. Göçmenler işsizlikden daha fazla etkilenen kesim olmuştur.

1980‘e gelindiğinde toplam göçmen sayısı 4,5 milyona ulaşır.

İşçiler, çocuk ve eşlerini yanlarına getirmeye ve burada yerleşik bir hayat kurmaya başlamışlardı. İşçi çocuklarının Alamanya’ya gelmeleri her ne kadar 1970‘lı yılların başlarında başlamış olsa da, asıl yoğunluk 70‘lerin sonlarında olduğu söylenebilir.

Çocuklar, bir yandan aile içinde uyum sorunları yaşarken diğer yandan da yerli toplumla, sürdürülen yabancılar politikası ile ciddi sorunlar yaşanmaya başlarlar.

1980 yılında yapılan bir araştırmaya göre 15 ile 24 yaşları arasında olan göçmen gençlerin dörtte üçünün ilk okul diplomasına sahip olmadığı görülmektedir. Yine 16 ile 20 yaşları arasında olan gençlerin %46‘sı çalışmamakta, meslek yapmamakta ve okula gitmemektedir.

Aynı araştırmaya göre 15 ile 19 yaşları arasında olan göçmen çocukların üçte ikisi meslek yeri bulamamakta ve sadece yarısı zorunlu meslek okullarına devem etmektedir.

Bu veriler de göstermektedir ki işsizlik ve mesleki eğitim konusunda, göçmen çocukları yerlilerden daha fazla etkilenmektedir.

1974 yılından itibaren Almanya yabancılar politikası da yabancı işçilerin kalıcı olmadıkları üzerine kurulduğu için, işçi çocuklarının Alman eğitim sistemine entegre olmaları konusunda ciddi bir çaba da harcanmamıştır. Gelen çocukların iki dilli eğitim denemesi nasıl olsa geri dönecekleri hesabı üzerinden kurulmuştu. Bu nedenlerle çocuklar ne ana dillerini nede almancayı öğrenme imkanlarına sahip olamadılar.

Yaratılan getolar ve bu getolarda gelecekleri karartılmış gençler, yerli toplumun da gözüne batar olmaya başlar.

Basında yapılan haberlerde, yabancıların yerlilerden daha fazla suç işlediği yönündeki yayınlar da toplumda korku ve  yabancı düşmanlığını körükler niteliktedir.

Almanya alman kalmalı DVU

„Yabancılar“ üzerine hükümetin sürdürdüğü tartışmalar ve konuya ilişkin basında yayınlanan haber ve yorumlar özellikle toplumdaki sosyal konumu zayıf olan kesimlerde yabancı düşmanlığının yoğunlaşmasına sebep olur. Vatandaş girişimleri oluşturulur. Aşırı sağcı gruplar yoğun ilgi görür. 1971 yılında dernek olarak kurulan ve 1987 yılında aşırı sağcı parti olacak olan, Alman Halk Birliği (Deutsche Volks Union DVU’’) Gerhard Frey’in çıkarttığı‚ ’’ National Zeitung’’ ve bu çevrenin girişimi ile „Partilerüstü bağımsız yabancıları azaltma İnisiyatifi’’ kurulur.

En büyük ilgiyi 17 Haziran 1981‘de yayınlanan‚’’Heidelberger Manifest’’ toplar. Bu çağrıda, 1920‘den 1940 yılına kadar yapılan teoriler yer alır. „Yabancılaşmanın“ tehlikelerinden bahseder. ’’Halkın yaşayan bir organizma olduğunu, eğer yabancılar entegre olursa bu Alman halkını çok kültürlülük gibi ciddi bir felakete götüreceğini’’ ve bunun ‚’’doğa kuralına aykırı’’ olduğunu belirtir.[v]

Bu çağrıya imza atanlar sadece radikal sağcı, toplumda tanınmayan kişiler değildir. Çağrıyı kaleme alan ve imza atanlar arasında, CDU üyesi Theodor Schmidt-Keller ve Nazi dönemi suçlularından, Alman sürgün edilmişlerden sorumlu devlet bakanı Theodor Oberlander gibi politikacılar, çok sayıda profosörler bulunmaktadır. Sonra da yabancı düşmanı bir grup olarak kurumlaşmaya çalışacak olan, Alman Halkını Koruma Birliği‘nin kurulmasına vesile olurlar.

’’Heidelberger Manifest’’ sadece imza atanların düşüncesi değildir. İçindeki düşüncelere katılan pek çok bilim insanı, araştırmacı da benzer düşünceleri savunur. Ayrıca o dönem Alman Kızıl Haç genel sekreteri Schilling, die Zeit gazetesinde yayınlanan bir makalede benzer düşünceleri savunur. SPD Politikacısı Martin Neuffer, Türkleri:’’ asimile olmayı beceremiyen bir azınlık halk’’diye niteler ‚’’daha doğrusu Türk-Islam öncü proleterler’’ bunun için „Mülteci hakkının Avrupa ülkeleri ile sınırlamak yerinde bir karardır “demektedir.[vi]

Bu ve benzeri açıklamalar  taraftar toplamaktadır. Kasım 1978‘de İnfas Araştırma şirketinin Almanlar arasında yaptığı ankette şu soru soruluyor: Misafir işçiler ülkelerine gerimi dönsünler mi, yoksa Almanya’da sürekli kalma olanağı tanınsın mı?  Almanların % 39`u “ülkelerine geri dönsünler” derken, aynı soruya Mart 1982‘de %68‘i, haziran 1982‘de %77‘si, mart 1983’de %80‘i „misafir işçiler ülkelerine geri dönsünler “cevabını vermektedir.[vii]

Bu kadar kısa süre içinde Alman halkındaki gelişen yabancıları istememe eğilimi, sağ partilerin iştahını kabartıyordu ve artık yabancı düşmanlığı, her sağ  partinin seçim çalışmasında kulandığı malzeme haline geldi.

“Yabancı işçiler ve çocuklar buraya entegre mi olmalılar yoksa geri mi dönmeliler” ikileminde tartışmalar sürdürülmeye devam etti. Hükümetin kurduğu her komisyon raporlarında çıkan sonuç benzerdi: “Almanya göçmenler ülkesi değildir!”. “Yabancı, misafir” işçiler ve çocukları bu perspektiften bakılarak politikalar sürecekti.

Sosyal Demokrat ve Liberallerin iktidarının önerisi ile hükümetin yabancılar sorumlusu bölümü açılır.  Nordrhein-Westfalen eski başbakanı Heinz Kuhn hükümetin Yabancılar Sorumlusu olarak atanır.

Eylül 1979 yılında Kuhn, yabancıların şimdiki durumu ve gelecekte yabancı çocukların entegrasyonu konusunda bir rapor sunar. Raporda yabancıların burada doğmuş çocuklarının alman vatandaşlığına alınması, yabancıların vatandaşlığa geçmesi konusunda rahatlık sağlanması, okullarda entegrasyonu hedefleyen programların geliştirilmesi, uzun zamandır burada ikamet eden yabancılara yerel seçim hakkının tanınması gibi öneriler sunar. Bu entegrasyon çalışmasının maliyetini yaklaşık olarak 600 milyon Mark olarak hesaplar. Bu önerileri olumlu karşılayanlar olsa da çok fazla tepki toplar.

Eylül 1979 yılından Eylül 1980 yılına kadar, göçmenlerin sayısında 300.000 kişilik artış gözlenir. Bunların yaklaşık yarısı aile birleşimi, 1/3’i mülteci ve geri kalanı burada doğan göçmen çocuklardır.

Mültecilere ve sayıları artan “yabancılara” karşı ırkçı tepkiler yükselir. SPD/Liberal hükümeti, yerli halkın tepkisi ve ana muhalefet partileri CDU/CSU‘nun eleştirileri karşısında kayıtsız kalmaz. Bir önlem paketi hazırlar. Aile birleşmesini durdurmak ve geri dönüşü teşvik planı yapılır.

Eşini yanına getirmek isteyen, en az 8 yıldır Almanya ‘da ikamet etmesi ve çalışıyor olması, en az bir yıldır evli olması, çocuklarını yanına getirme sınırı 18 yaşından 16 yaşına çekilmesi öngörülüyordu.

Önlem paketi, muhalefetin istediği biçimde formüle edilmiş olmasına karşın, yine eleştiriye maruz kaldı.

O zamana kadar çocuklarını yanına getirme sınırı olan 18 yaş sınırı Aralık 1981‘de acil bir karar ile 16 yaş sınırına çekilir.

Bir diğer alevlenen konu ise mülteciler konusudur

1979‘da İran‘da Humeyni’nin zulmünden kaçan İranlıların bir kısmı Almanya’ya gelmeyi başarmıştı.

Türkiye’de 12 Eylül 1980 yılında Askeri Faşist darbe yapılmış. Yüzbinlerce kişi muhalif olduğu için cezaevlerine konmuş, yüzlercesi işkence sonucu öldürülmüş, 50 kişi İdam edilmiştir.

Bu vahşetten kaçarak Almanya’ya kadar ulaşan yaklaşık 30 bin Türkiye`li olmuştur.

Göçmenlerin sayısındaki yükseliş, basında ve parlementolarda en önemli tartışma konularından biridir.

Özellikle mülteciler hakkında yapılan propaganda toplumda ırkçı-faşistlerin saldırıya geçme zeminini hazırlar.

21 Ağustos 1980 tarihli Hamburger Abendblatt, SPD yönetimindeki Senatonun sözcüsü Manfred Bissinger’in, 29 Mültecinin Fulda‘daki kamptan Hamburg‘a getirilmesine ilişkin saldırı öncesi yaptığı açıklamada şöyle diyor: “Uzun vadede bu kabullenmesi zor durumu çekemeyiz. Şehrimiz 9.000 mülteci ile zor durumda, daha fazlasını kaldıramayız, yer bulamadığımız için bazı mültecileri pansiyonlara yerleştirdik”. Manfred Bissinger bu açıklamasıyla Hamburg-Billbrook, Halskestraße 72’deki pansiyonun adresini’de vererek  saldırganlara açıkca hedef göstermiştir.

22 Ağustos 1980‘de, 1945‘den sonra ilk defa resmi kayıtlara ırkçı-yabancı düşmanı saldırı olarak geçecek olan Hamburg’da mültecilerin kaldığı Billbrook, Halskestraße 72’deki Pansion kundaklanır.

Nguyen Ngoc Chau ve Do Ant Lan, uyudukları odanın penceresinden içeri atılan Molotof kokteyli sonucu çıkan yangında Viyetnam’lı bu iki genç yaşamlarını yitirirler.

Pansion duvarına “Ausländer Raus” (yabancılar dışarı) yazılır ve artık-ırkçı faşist saldırılar sonucu can kayıpları başlamıştır.

26 Eylül 1980’de Münih’de her yıl yapılan geleneksel “Oktoberfest” girişine yerleştirilen bomba patlar. 13 kişi hayatını kaybeder, 68’i ağır toplam 221 kişi yaralanır. Bu saldırı da “aşırı sağ” eylemi olarak kayıtlara geçer.

 

 

[i] Mattes “Gastarbeiterinnen“

[ii] Ulrich Herbert „Geschichte der Ausländerpolitik in Deutschland“s.:232

[iii] Simon Goeke „wir sind alle Fremdarbeiter!“

[iv]  www.Özgürradyo-z.de

[v] Burkart,Claus: „Heidelberger Manifest“-Grundlage staatlicher Ausländerpolitik?s.:142 ve „Heidelberger Manifest“Die Zeit 05.02.1982

[vi] „Die Reichen werden Todeszäune ziehen“ Der Spiegel 19.04.1982

[vii] „Ausländer:Das Volk hat es satt“,Der Spiegel 03.05.1982

Göç Dosyası devam edecek……

DuvarYazisi.Org