Göç dosyası IV / Buradayız, burada kalacağız! – Ali ŞahverdiGşç

HomeManşetAlmanya

Göç dosyası IV / Buradayız, burada kalacağız! – Ali Şahverdi

Almanya’da 1970‘lerin sonlarından itibaren seçimlerin en önemli malzemesi yabancı düşmanlığı, yabancılar oldu.

Özellikle CSU ve CDU yabancılara karşı politikalarını sertleştirdi.

Eylül 1982`de yapılan genel seçimler sonunda Helmut Kohl ‘un başbakanlığında CDU/CSU-FDP koalisyonu kuruldu. Böylece 16 yıl sürecek CDU/CSU-FDP koalisyon dönemi başladı.

13 Ekim 1982 yılında dönemin başbakanı Helmut Kohl yeni kurulan hükümetin programını mecliste açıkladığında, işsizliği önleme, sosyal politikalar, dış politika, güvenlik politikaları ve yabancılar yasasını sertleştirmeyi, hükümetinin en önemli görevleri olarak belirlerdi.[1]

Hükümetin yabancılar konusunda kurduğu komisyon , Helmut Schmidt’in başbakan olduğu SPD /FDP iktidarı döneminde düşünülen bazı önerileri de alarak, yabancıların sayılarının azaltılması için teşvik primleri vererek ülkelerine geri göndermeyi, Almanya`da kalacak yabancıların çocuklarının ve eşlerinin gelmesini zorlaştırmayı, entegre olmaları için bazı teşviklerin uygulanması gibi daha detaylı bir dizi önlem paketini içeren rapor sunar.

Bu raporda ve sonrasında en belirgin olan, Ortak Pazar ülkesinden gelen yabancılar ile Ortak Pazar ülkesi olmayan ülkelerden gelen yabancılar arasında ayırım yapılması idi. Rapor Ortak Pazar ülkesinden olmayanlar için (başta Türkiyeliler) sert önlemler içeriyordu.

1980‘li yıllar yabancıların gündemden düşmediği yıllar olacaktır. İçişleri bakanı Fredrich Zimmerman ile hükümetin yabancılar sorumlusu FDP’li Lisalotte Funke arasında sert tartışmalar yaşanır. Bu tartışmalar toplumda da ciddi etkiler yaratır.

Koalisyon ortaklarının milletvekillerinden istifalar nedeniyle 6 Mart 1983 yılında erken seçime gidilmek zorunda kalındı. Seçimlerde yine CDU/CSU/FDP koalisyonu çoğunluğu sağlandı.

Seçimlerden sonra Başbakan Helmut Kohl, komisyonun hazırladığı yabancılar politikasını temel aldığını açıklar.

Bu açıklamanın üzerinden çok geçmeden İçişleri bakanı Zimmermanın sunacağı yeni yabacılar yasa taslağında, dört önemli nokta ön plana çıkmaktadır.[2]

Geri dönüşün teşvik edilmesi, Türkiyeli göçmen çocuklarının Almanya’ya gelebilme yaşının 16 yaşından 6 yaş sınırına çekilmesi, eşlerin getirilmesinin zorlaştırılması ve Türkiye`nin Avrupa birliği üyeliği çerçevesinde serbest dolaşım hakkının kaldırılması.

Yabancılar Yasası

Bu yasa taslağı tamamen Almanya`da en kalabalık göçmen grubu olan Türkiyelileri hedef almaktadır. İçişleri bakanı bu niyetini de hiç gizlememektedir. Zimmerman bir açıklamasında görüşlerini şöyle dile getirir ‘’Avrupa Birliği ülkelerinden gelen İtalyanlar, İspanyollar yada Yunanlılar Almanya`da uzun kalmak için geliyorlar bunların entegre olması kolaydır. Buna karşılık farklı kültürden ve Müslüman olan Türkler, Almanya`ya gelip kısa bir sürede çalışıp para biriktirip ülkelerine geri dönmek için geliyorlar. 1,7 milyon müslüman Türk zaten alman vatandaşlığına geçmeyi ve  entegre olmayıda istemiyorlar.’’[3] demektedir.

Zimmerman’nın sunduğu yasa taslağı toplumda bir yandan taraftar toplarken diğer yandan büyük tepkiler de yükselmektedir.

Hükümet ortağı Hür Demokratlar bu taslağa karşı çıkar. Hükümetin FDP’ li yabancılar sorumlusu Liselotte Funke bu taslağı aile düşmanı olarak niteler. Dönemin FDP başkanı ve dışişleri bakanı Hans-Dietrich Genscher çocukların yaş sınırı konusunda Türkiye ile yaptığımız anlaşmalar var bunlara uymamız gerekir diyerek karşı çıkar. Hatta, eğer çocukların getirilmesi yaş sınırı 16 yaştan 6 yaşına düşürülürse bu hükümeti zor durumda bırakır ve ben dışişleri bakanlığından istifa ederim der ve hükümeti tehdit eder.

Eşlerin Almanyaya getirilmesi zorlaştırılır. Hükümetin aldığı bu kararlar karşı  tepkiler de yükselir. Almanya`da eyaletlerin bu yasayı uygulama konusunda karar verme yetkisi vardır.

 

Bavyera eyaleti bu yasayı en sert biçimde uygulamaya koyar. Aile birleştirme yasasına göre eşini Almanya’ya getirmek için;

  • En az 8 yıldır Almanya’da yaşıyor olmak
  • Süresiz oturma iznine sahip olmak
  • Yeterli gelire, yeterli bir konuta ve en az bir yıldır evli olmak şartına bağlıydı.

Bu uygulama anayasaya aile bütünlüğünü koruma ilkesine aykırı olduğunu savunan sivil toplum örgütleri, göçmen kuruluşlar, kiliseler tarafından büyük protestolara yol açtı.

Nürnberg’de de Alman ve yabancıların inisiyatifi kuruldu.  (İnisative Ausländer und Deutsche) İAD olarak bilinen inisiyatifin kurucularından (Entgrasyon Konseyi (Integrationsrat) genel sekreteri Fridrich Popp inisiyatifin kuruluşunu şöyle açıklıyor.

“Yeni aile birleşim yasasının Bayern`de en sert biçimde uygulamaya konması, çok sayıda genci zor durumda bıraktı. Bu durum kabul edilemezdi. Bizde kurduğumuz inisiyatif ile hem mağdur aileleri bilgilendiriyor hemde çeşitli etkinlikler düzenleyerek kamuoyu yaratmaya çalışıyorduk. Bu konuda Nürnberg ve Bavyera’nın diğer şehirlerinde kurulan inisiyatifler ile ortak çalışmalar sürdürdük. Münih yürüyüşüne 20 bin kişinin katılacağını biz bile beklemiyorduk. Bu göçmenler ile ortak sürdürdüğümüz önemli bir deneyim oldu.”

Yabancı düşmanlığına son

Nürnberg, Münih, Augsburg gibi Bavyera Eyaleti’nin büyük şehirlerinde İAD gibi çalışma gurupları ardı ardına kuruldu.

Açlık grevleri, yürüyüşler gibi çeşitli etkinlikler yapıldı.1987 yılında Münih’te 20 bin kişinin katıldığı bir yürüyüş düzenlendi.

*****

Avrupa Birliği ülkeleri dışından gelen yabancıların geri dönüşlerini teşvik etmek için Haziran 1983 yılında yasa çıkartılır. 10.500 Mark geri dönüş teşvik primi 1 Ekim 1983’ten başlayarak bir yıl için geçerli olan teşvik yasasıydı. Yasa eşlere ve 18 yaş altı çocuklar için   1500 Mark vermeyi öngörüyordu. Bu, yabancıların (özellikle Türkiyelilerin) sayısını azaltma planıydı.

Kohl hükümetinin bu kararı sert eleştirilere maruz kaldı. SPD bu kararı;( kendileri hükümetteyken öneri paketi içine almış olmalarına karşın,) ‘’aldatmaca, ahlaksızlık ve kovma politikası’’ olduğunu, IG-Metal ;’’ bu Almanya hükümetlerinin yabancıları dışarı atma polikasının devamıdır’’derken, çok sayıda entelektüelin imzaladığı Kölner Appell (Köln Çağrısı) ise bu uygulamayı ‘’insanlık düşmanı yabancılar politikası ‘’olarak niteler.

Hükümetin bu kararının Almanya`ya maddi olarak ne kadar karlı olduğunu hesaplayan zamanın çalışma bakanı Norbert Blüm hükümetin kararını rakamlar üzerinden hesaplayarak destek sunar. Merkezinde insan yoktur, devletin kaç Mark kar edeceği vardır.

Geri dönüş teşvik primine ilk başlarda toplam 140 bin kişi başvurur bunların 120 bini Türkiyelidir.

Beklenti daha fazla kişinin, özelliklede işsiz Türkiyelilerin baş vurması idi. Fakat gerek Türkiye`ye geri dönenlerin edindikleri birçok olumsuz tecrübeleri Almanya`da kalanlara aktarması, gerekse Almanya`da kalma eğiliminin ağır basması daha fazla işçinin geri dönüş teşvik primine baş vurmasını engelleyen faktörler olmuştur.

Türkiyelilerin bir kısmı ülkelerine geri dönerken önemli bir çoğunluk burada kalmayı ve yerleşmeyi kabullenmiş durumdaydı.

Geri dönüş teşvik priminin miktarı ve mantığını eleştirenlerin yanısıra başka açıdan karşı çıkanlarda vardı.

Mesela yabancılara çok fazla para ödeniyor diye karşı çıkanlara Çalışma Bakanı Blüm, Almanya`nın bu işten ne kadar karlı olduğunu rakamlarla açıklıyordu.

Hesap açıktı, Blüm’ün hesabına göre ‘’1983/84 yılları arasında dönen yabancılara 220 milyon mark teşvik, emeklilik kasasından ise 1 milyar Mark ödenecektir. Eğer bu yabancılar burada kalsalar, alacakları işsizlik parası, kira yardımı, çocuk parası 320 milyon mark olacaktı. Sadece 1984 yılında Alman Emeklilik kasası 680 milyon mark tasarruf edecek. Uzun vadeli hesaplandığında 2,5 milyar kar edecektir’’[4]diyerek, hükümetin Almanya için ne kadar hayırlı bir iş yaptığını açıklıyordu.

Blüm’ün hesabı tutmadı Emeklilik kasasından ödenecek diye öngörülen 1 milyar iki katına çıkmıştı.

Geri dönüş teşvik pirimi alarak Türkiyeye dönen toplam 340 bin kişiyi bulmuş. Çoğu da Türkiye’de birçok zorlukla karşı karşıya kalmıştı.

Almanya’da hükümetler yabancıları ve özellikle de Avrupa topluluğundan olmayan yabancıların sayısını azaltmayı temel aldılar. Bu nedenle yabancılar politikasını sertleştirmek çözüm olarak öngörüldü.

O zamanlar, önce “misafir” işçi sonra “Yabancı” işçi sonra aile fertleri geldikçe sadece ‘’Yabancı’’ olarak görülen topluluk oldular.

Alman politikacılarının ve halkının önemli bir kesimi açısından, artık bu ülkede fazla idiler ve bu istenmezlik toplumun her kesiminde tartışılır duruma gelmişti. Hükümetler için de “Almanya göçmen ülkesi değildir” ve yabancılara daha sert yasaların uygulanmasını ve yabancıların gelişlerini önlenmesi için ne gerekiyor ise yapılmalıydı.

1963 yılında Türkiye`nin Avrupa Topluluğuna üyelik başvurusunun kabul edildiği anlaşmaya göre Türk vatandaşlarının  Aralık 1986 yılından itibaren avrupa birliği ülkelerinde serbest dolaşım hakkına sahip olacaktı. Bu anlaşma Alman hükümetini, basını ve dolayısı ile toplumu çok korkutmuştu. Bu anlaşma iptal edilmezse ‘’Anadoludan milyonlarca müslüman Almanya’ya gelecek’’biçiminde propaganda yapılmakta ve özellikle İran’da kurulan İslam Cumhuriyeti’nden sonra vurgu daha çok ‘’Müslüman Türkler’’ olarak yapılmaktaydı.

1986 yılı yaklaştıkça Alman politikacılar adeta panik yaşamaya başlarlar. Bir yandan Alman basını da Anlaşmaya vurgu yaparak felaket çanlarını çalmaya başlarlar. Liberal olarak bilinen ‘’die Zeit’’ gazetesi ‘’Vertragsbruch oder Dammbruch’’ (Baraj patlaması yada Anlaşmanın iptali) başlığı taşıyan, yazı işleri müdürü  Theo Sommer’ın imzası ile bir makale yayınlar.

Makalede Sommer Hükümeti uyararak ‘’gerekirse serbest dolaşım hakkını satın alın’’ önerisinde bulunur.[5]

Dönemin Dışişleri Bakanı Hans Dietrich Genscher önce Helmut Schmidt kabinesi döneminde başlayarak, Türkiye`de iş başında olan generaller ile sonraki yıllarda Başbakan Turgut Özal ile görüşür sonuç alamaz. Bir çok bakan müzakerelerde bulunur, sonuç henüz alınmış değildir. Pazarlık kızışmaktadır. Temuz 1985 yılında dönemin başbakanı Helmut Kohl Türkiye’ ye resmi ziyaret gerçekleştirir. Dönemin başbakanı Turgut Özal ile yapılan görüşmede pazarlık yapılır. Başka haklar gibi serbest dolaşım hakkı da satın alınmıştır.

Anlaşmanın yürürlüğe girme tarihinden bir ay önce Kasım 1986 tarihinde Avrupa Birliği Bakanlar kuruluna Almanya’nın sunduğu öneri kabul edilir. Türk vatandaşlarının serbest dolaşım hakkını içeren anlaşma iptal edilir. Türkiye Avrupa Birliğine tam üyelik için başvurur.

Sorun olarak görülen yabancılar üzerine yapılan tartışmaların merkezinde Türkler ve onların Müslüman oluşları vardır. Bir yandan basın, bir yandan islam bilimciler ve diğer toplumbilimciler tartışır dururlar.

Sürdürülen bu tartışma toplumdada havayı iyiden iyiye ısıtmaya başlar.

Yabancılar politikası genel olarak sürerken asıl en insafsızca sürdürülen diğer tartışma ise mülteciler ve hakları konusu oldu.

1980 yılında sayıları sadece 107.818 olan mülteciler üzerinden öyle fırtınalar kopartılıyordu ki, sanki milyonlarca insan Almanya’ya sığınmış havası estiriliyor ve hükümet iltica hakkını kısıtlamak gerektiğini savunmaktadır.

Anayasadaki iltica hakkının değiştirmek için kollar sıvanmıştır. Mülteciler sorunu iç politikayı belirler duruma gelmiştir.

Bavyera Başbakanı Franz Josef Strauss ‘’ yakında binlerce Tamil`li ülkeye akın edecek, böyle devam ederse ülkeyi kanakeler dolduracak’’[6] derken. Berlin içişleri senatörü Heinrich Lummer “İltica kanunumuz öyleki bütün Kızıl ordu hatta KGB gelse bile sınırımızda ‘’Asyl’’ kelimesini söylediği gibi hepisini kabul eder durumdayız’’ der ve ‘’ Sel baskınına uğramadan’’[7] yasayı değiştirmenin gerekliliğine vurgu yapar.

Bu tartışma Almanya’da politik ve sosyal havayı oldukça olumsuz etkiler.

Eylül 1981 yılında 23 yaşındaki Cemal Kemal Altun, Türkiye`deki siyasi faaliyetlerinden dolayı ülkeyi terk etmek zorunda kalır. Almanya’ya iltica talebinde bulunur. Geri gönderilmesi halinde Türkiye’deki siyasi faaliyetinden dolayı ölüm cezasına çarptırılma veya tutuklanıp işkence görme tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Altun`un başvurusu red edilir. Bunun üzerine 13 ay boyunca geri gönderme merkezinde tutuklu olarak bekletildi. Tutuklu olduğu sırada red kararına yapılan itiraz sonucu Temuz 1983 yılında iltica mahkemesi Altun`un ilticasını kabul eder.

Fakat, Türkiye`deki cuntacılar ile Almanya arasında sürdürülen iyi ilişkilerden dolayı içişleri bakanı Friedrich Zimmermann, Cemal Kemal Altun`un geri gönderilmesinde bir problem görmüyordu, Adalet bakanı da aynı görüşteydi. Ne olursa olsun Cemal Kemal Altun Türkiye`ye geri gönderilecekti.

Cemal Kemal Altun

Cemal Kemal Altun

Yapılan hukuki itirazlara ret kararı verilince Cemal Kemal Altun 30 Ağustos 1983 yılında Batı Berlin mahkeme binasının 6. katınından kendisini atarak hayatına son verdi.

Cemal Kemal Altun`un ölümü kamuoyunda büyük tepki toplar. FDP Milletvekili Burkhard Hirsch parlamentoda anayasal hak olan iltica hakkının geldiği durumu pratik örneklerle açıklar. Hirsch; ‘’ Hannover`de iltica başvurusunda bulunan bir Türk hasta eşi ve çocuklarını, polis sabaha karşı oturdukları evin bodrum katı penceresinden girerek aileye yatarken baskın yapmış, bütün aile fertlerini alarak havaalanına götürmüş Türkiye`ye geri göndermiştir. Avukatına veya tanıdıklarına haber verme fırsatı bile verilmemiştir. Bu tür sınır dışları sonradan Eyalet Mahkemesi yasalara aykırı bulmuş olsa da aile çoktan Türkiye’ye gönderilmiştir“.

Hükümet  ortagi olan FDP miletvekili Hirsch, Münih’te yasanan baska bir olayi örnek vererek devam ediyor:” Bir İranlı mülteci, hamile eşi 12 ve 7 yaşındaki çocukları ile Neuburg-Schröbenhausen’deki toplama kampına götürülmüşlerdir. Çocukların okula kayıtlı olmasına, mültecinin müstakil bir işi ve uzunvadeli kirasını ödediği bir evi olmasına karşın aile yapılan baskın ile alınıp başka bir şehirdeki toplama kampına götürülüyor. Bu ve daha nice örnekler gösteriyorki insanları korkutmaktan başka bir amaç içermemektedir’’[8] der ve bu tür uygulamaları eleştirir.

Birleşmiş Milletler de Almanya`daki iltica politikası ve uygulamalarından, mülteci kamplarındaki yaşam koşullarından memnun olmadığını raporlarında ve görüşmelerde dile getiriyordu.

1987 Yılındaki seçim kampanyasında yine yabancılar ve özellikle mülteciler seçim malzemesi edilince, aşırı sağ gruplarda yaratılan yabacı düşmanı havadan yararlanarak saldırılara başlarlar. Bir çok şehirde ‘’Skinheads’’ ler özellikle mültecilerin kaldığı kamplara saldırı düzenlerler. Sadece 1986 yılında 60 yabancı düşmanı saldırısının olduğu resmi kayıtlara geçer.

Tartışma alevlenir, Yeşiller ve Sosyal Demokratların bir kesimi iltica hakkının korunmasını savunurlar. Yeşiller ‘’Yabancılara kalma hakkı’’ tanınmasını talep eder. Yabancılaşma korkusunu yayan CDU/CSU seçim çalışmasını mültecilere karşı olmak üzerine kurar. Toplumdaki radikalleşmeyi bile bile bu tutumunu sürdürür.

1970’ lerin ikinci yarısından başlayarak kurulan İşçi- Öğrenci dernekleri bir yandan göçmenlerin gündelik sorunlarının çözümü için çalışmalar yaparken diğer yandan geldikleri ülkedeki siyasi gelişmeleri yakından izliyor ona göre tavır alıyorlardı.

Almanya içindeki politik hava burada faliyet gösteren göçmen siyasi yapılarıda yeni bir tartışmaya girmek zorunda bıraktı.

80’ lerin ilk yarısından başlayarak göçmen dernekler ve federasyonlar yaşadıkları ülkede olup bitenlere kafa yormaya başlarlar. Göçmen miyiz? Değil miyiz? Yerlilerle ortak örgütlenmenin şartları var mı yok mu? Gibi sorulara cevaplar aramaya başlarlar. Bu tartışmalar Türkiyeliler için kolay yapılan tartışmalar olmamıştır.

Burada kısaca Avrupada Türkiye`li Devrimci- Demokratların, 1980-85 yılları arasında, Türkiye`deki 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin, insan hakları ihlallerinin Avrupa kamuoyuna duyurulması, cuntanın eline düşmüş insanların sesi soluğu olmak için gece gündüz (yürüyüşler, açlık grevleri, kilise yada başka işgaller, cezaevlerine ve siyasi davalara delegasyonlar göndererek, çeşitli dillerde yayınlar çıkartarak ve Cuntayı, kurulan uluslararası mahkemede yargılayarak ) önemli faliyet sürdürdüklerini belirterek geçeceğiz.

Türkiyeli örgütleri ve bazı göçmen örgütleri ayrı bir makalede ele almak istiyoruz.

Fakat şu kadarını söyleyelim. Türkiyeli örgütler Almanya`da sürdürülen „yabancılar “politikasına karşı çeşitli faaliyetler sürdürmüş olsada, kitlesel hareket olma konusunda nedeni ne olursa olsun başarılı olamamıştır dersek herhalde kimseye haksızlık etmiş olmayız.

Almanyada yaratılan yabancı düşmanı atmosfer faşist saldırıların da zeminini hazırlamış oldu.

Mehmet Kaymakçı

25 Temuz 1985 yılında Mehmet Kaymakçı, Hamburg’da “Dazlak” diye bilinen, Skinheads’lerin saldırısı sonucu hayatını yitirir.

Ramazan Avcı

21 Aralık 1985 yılında skinheadsler yine Hamburg’da Ramazan Avcı, kardeşi Veli ve bir arkadaşına saldırırırlar. Saldırgan Nazilerden kaçan Türkiyeliler, Naziler tarafından kovalanırlar. Saldırganlar önce geri çekilirler. Sonra ellerinde beyzbol sopaları, zincirler ve balta ile tekrar gelirler. Veli ve arkadaşı bir otobüse binerek kaçmayı başarırlar fakat Ramazan katilleri ile baş başa kalmıştır. Can telaşı ile ana yola atlayan Ramazan`a önce bir araba çarpar sonra yere düşen Ramazan`ın üzerine Naziler ellerindeki sopalar ve zincirler ile ölesiye döverler. Ramazan ağır yaralı olarak hastahaneye kaldırılır. Ramazan Avcı  24 Aralık 1985 yılında 26. doğum gününde  hayatını kaybeder.

Artık yabancı düşmanı politikalara vahşet ve kan karışmıştır.

Türkiyeli gençler kendilerini korumak için gruplar kurarlar. Bu gruplar terörize edilir. Faşist nazi grupları saldırılarını yaparken göz yumuluyor, göçmenler savunmalarını kendi ellerine aldıklarında, polisin zor gücü ile karşılaşıyorlardı. ‘’Yabancı olduğunuzu ve nazi saldırılarını kabulleceksiniz’’ demek istiyorlardı.

Almanya artık her gün yeni bir Nazi saldırısı ile uyanır oldu. Mültecilerin kaldıkları kamplar kundaklanıyor, insanlar sadece yabancı oldukları için sokak ortalarında dövülüyordu.[9]

Son yıllarda Nazi cinayet grubu (NSU)nun ortaya çıkışından sonra yaşanan tartışmaların temelini anlamak için 1970‘lerin sonlarından başlayarak sürdürülen yabancılar politikası, 80’lerin ortalarından başlayarak saldırıların kaynaklarını ve bu nazi gruplarının kimler tarafından korunduklarını bilmekten ve araştırmaktan geçer.

Ekim 1990’da iki Almanya’nın birleşmesinden sonra anayasadaki “her kişi iltica hakkına sahiptir” maddesinin kaldırılması ve yasanın sertleştirilmesi hükümetin gündemden düşürmediği en önemli konu oldu.

Bir yandan içişleri bakanı Zimmermann`nın hazırladığı yeni yabancılar yasası, mülteciler üzerine sürdürülen tartışmalar ve faşist saldırılar ortamında, 2 Aralık 1990`da birleşmeden sonra ilk kez genel seçimlere hazırlık yapılıyordu.

Göçmen kurulusları ve yerli demokrasi güçleride, ülkedeki haksızlıklara, fasist saldırılara, hazırlanan yabancılar yasa tasalağına karşı,yaptıkları etkinliklerle tavır alıyorlardı.

Devrimci İşçi`nin çağrısıyla uzun bir çalışmadan sonra 1990 yılında ilk kez çeşitli ülkelerden göçmen kuruluşlar ve yerli antifaşist kuruluşlarla birlikte  “Eşit haklar ve demokrasi için forum”  oluşturuldu. Almanya`nın çeşitli şehirlerinde yürüyüşler, paneller, mültecilerin toplu kaldıkları binaların cevresinde güvenlik nöbetleri tutma dahil bir çok çalışma yapıldı ve binlerce kişinin katıldığı 1 Aralık 1990 Köln merkezi yürüyüşü düzenlendi.[10]

Seçim sonrasında durum değişmedi CDU/CSU/FDP koalisyonu toplamda oyların  %54,8  alarak iktidarda kalmayı başardı.

Batı Almanya`daki nazi saldırılarına doğu Almanya`da eklenince saldırıların boyutuda değişmeye başladı.

Ağustos 1992 yılında Rostock- Lichtenhagen de mültecilerin toplu kaldıkları binaya yüzlerce nazi saldırır. Saldırganları seyreden yaklaşık 2000 kişilik topluluk, alkış tutarak saldırganları destekler. Böylesine bir olay savaş sonrası Almanya’da ilk defa meydana gelmişti.[11]

Birkaç ay sona 23 Kasım 1992 de Möln‘de Türkiyelilerin yaşadığı bir bina gece kundaklanır. Çıkartılan yangın sonucu 10 yaşındaki Yeliz Arslan, 14 yaşındaki Ayşe Yılmaz ve 51 yaşındaki Behide Arslan yanarak can verirler. Daha yangın söndürme işlemi sürerken polise gelen telefonlarda “Heil Hitler” selamı verilir.

Katliamlar devam eder Hoyerswerda, Rostock, Brandenburg ve Möln saldırılarından sonra 26 Mayıs 1993 tarihinde Almanya Parlamentosu anayasanın İltica hakkını garantiye alan 16. maddesini değiştirir.

Üç gün sonra 29 Mayıs günü Solingen`de Türkiyelilerin yaşadığı bir ev kundaklanır. Üçü çocuk beş kişi hayatını yitirir.

Genç ailesinden; Hülya, Hatice, Saime Genç, Gülistan Öztürk ile Gürsun İnce hayatlarını yitirirler.

[1] Regierungserklärung BK Kohl 13.10.1982,DBT,9/121 s.7219-7220

[2] http://www.devrimci-isci.com/T%C3%BCrkei_Information/TI-Sonderblatt/TI-snr_8303.pdf

[3] Interview mit BMdl Zimmermann,Der Spiegel,11.07.1983

[4] Arbeitsminister Blüm nach“Nimm Deine Prämie und hau ab“;Der Spiegel 22.08.1983

[5] Theo Sommer,Vertragsbruch oder Dammbruch,DieZeit 19.07.1985

[6] „Offenes Bekenntnis“ Der Spiegel,22.02.1985

[7] „Da kann die Rote Armee kommen“ Der Spiegel,09.09.1985

[8] Ulrich Herbert, Geschichte der Ausländerpolitik in Deutschland.s.266

[9] http://www.devrimci-isci.com/devrimci_isci/%C3%96zelsayi/DI-%C3%96zel-Scan/DI-%C3%96Z-9211.pdf

[10] http://www.devrimci-isci.com/Sonstige/Esithaklar-forum-901115.pdf

[11] http://www.devrimci-isci.com/devrimci_isci/%C3%96zelsayi/DI-%C3%96zel-Scan/DI-%C3%96Z-9210.pdf

Göç dosyası devam edecek

DuvarYazisi.Org