Yaşadığı ülkeyi baz almayan bir sol, gerçekliğine yabancılaşır – Garip Bali/Berlin

HomeManşetMakaleler

Yaşadığı ülkeyi baz almayan bir sol, gerçekliğine yabancılaşır – Garip Bali/Berlin

Yaşadığı ülkeyi baz almayan bir sol, gerçekliğine yabancılaşır

Uzun bir süredir paradoks bir olguya tanık oluyoruz. Bu olguyu ele alıp irdelemek ve ordan çıkış yolları bulmanın gerekliliği halen aciliyetini korumaktadır.

Nedir bu olgu?

Türkiye kökenli göçmenlerin Almanya’da artık yerleşik bir topluluk olduğu en geç 1980‘lerden beri kesinleşmiş bir gerçekliktir. Bunu en erken sol perspektifli kesimler tespit edebildiler. İçinde yaşanılan toplumun gerçekliği göz ardı edilmemeliydi. Bu gerçekliğin içinde yaşanan toplumsal sorunlar, özellikle de göçmenleri yakından etkileyen sorunlar ve onların talepleri ifade edilmeye çalışıldı. Sol bir perspektifin gereği olarak en basitinden eşit haklar ve horlanmaya karşı mücadele vermek gerekiyordu.

Kimi hareketler bu mücadeleyi „ikili görevler“ çerçevesinde tanımladı. Almanya’da yaşanan bir çok soruna işaret edildi, temel talepler için kampanyalar sürdürüldü. Ama buranın zeminine ilişkin analizler derinleştirilip, mücadeleyi ayakları yere basan bir şekilde sürdürebilecek bir potansiyel geliştirilemedi. En büyük handikaplardan biri „ikili görevler“ diye tanımlanan perspektifin Almanya ayağının hep topallayan bir halde kalmasıydı. Yapıların belirleyici aktörleri genelinde „Türkiye kafasıyla“i hareket edenlerden ibaretti. Bir de yapıların Türkiye boyutu eski etkinliğini ve kitleselliğini yitirince „ikili görevlerin“ ikisi de sıfırlanmaya yüz tuttu.

2000‘li yıllara doğru ortada beliren oluşumlar ise eskinin daha da gerisine düştü. Almanya gerçekliğine yabancı bir ruh hali ve sırf Türkiye eksenli olması nedeniyle kısır bir döngü belirdi. Bölge bölge ve tek tek bireylerin yoğun çabasıyla bu cendereye alternatifler yaratma girişimleri de oldu elbette. Ve halen de var. Gelinen noktada Türkiyeli sol açısından bakıldığında Almanya’yı baz alan bir mücadele ve ona uygun yapıların maalesef cılız olduğu söylenebilir. Kimi yapılar biraz daha derli toplu olsalar da, genel havayı aşabilecek bir düzeyde değiller.

Yukarıda Türkiyeli sola atfen söylenenler etnik ve mezhepsel kimliklerle hareket edenler için bir kat daha fazlasıyla söylenebilir; çünkü onlarda en azından bir kitlesellik ve potansiyel var. Buna rağmen ya içinde yaşadıkları toplumu irdeleyecek bir kapasitiye sahip değiller ya da kimlikçilikleri „tabağın dışına bakmayı“ii daha da çok engelliyor.

Yukarıda kısa bir geçmişiyle beraber açıklamaya çalıştığımız olgu son on yılda daha da rahatsız edici bir hal aldı. Özellikle 2013 Gezi ayaklanmasından beri Türkiye kökenli sol ve ona yakın kesimler artık neredeyse Almanya gerçekliğinden kopmuş bir ruh hali içine girdiler. Son yıllarda Türkiye’den gelen beyin göçü de bu süreci hızlandırdı. Son göç dalgasıyla gelenlerin sürgünlük ruh hali anlayışla karşılanabilir. Ama ömrünün yarısından fazlasını burada yaşamış kesimlerin aynı ruh halinde olmaları anlaşılır değil. Olgunun paradoksu da burda yatıyor. Tam da bu noktada Bertold Brecht’inÇakma duvara bir çivi“ şiirini hatırlamak yerinde olur.iii

Türkiye seçimlerine yoğunlaşmanın spesifik paradoksu

İrdelemeye çalıştığım paradoks Türkiye’deki seçimlerle beraber daha çok göze batar oldu. Aşağıda Türkiye seçimlerine yoğunlaşmanın spesifik çelişkisini genel tablo içinde ele alıp değerlendirmeye çalışacağım.

Malumdur, Türkiye’de toplumu bir uçuruma getirmiş, parçalamış, baskı altına almış, özgürlükleri kısıtlamış, yoksulluğu derinleştirmiş AKP iktidarının bir an önce devrilmesi her aklı selim insanın arzusudur. Berthold Brecht’in „Seçimler sistemde bir şey değiştirebilselerdi, çoktan yasaklanmışlardı“ dediği bilinmesine rağmen sol kesimler de uzun bir süredir tek seçeneğin seçimler olduğu anlayışını benimsemiş durumdalar. Dolayısıyla hem Türkiye’de hem de „yurt dışında“iv bütün gözler seçimlere odaklanmış durumda. İçinde bulunduğu ülkenin gerçekliğini irdemek zahmetine katlanamayan sol da haliyle Türkiye seçimleri için seferber olmakla meşgul. Aynı şekilde cumhur ittifakı taraftarları da yoğun bir seçim çalışması içindeler.

Türkiye seçimlerinin Almanya’da da yapılmasının tartışmalı olduğu, geçen seçimlerde ortaya çıkan ilginç sonuçlarla da netleşiyor. „Yurt dışında“ yaşayan Türkiye kökenli göçmenler 2014‘den beri Türkiye’deki seçimlere yaşadıkları ülkede (Genelinde konsoluşluklarda) kurulan seçim sandıklarında oy kullanarak katılabiliyorlar. 1987‘den beri de Türkiye sınırlarında ve havalimanlarında kurulan sandıklarda oy kullanılabiliyorlar. Göç alan ülkelerde kurulan seçim sandıklarında oy kullanılmasıyla seçimlere katılım oranı %5‘lerdenv %45‘lerevi çıkmıştır.

Ama bu oran Türkiye’de seçimlere katılım oranıyla kıyaslandığında ne kadar çok düşük olduğu görülecektir. Örneğin 2015 yılında yapılan TBMM seçimlerine Türkiye’de katılım oranı %85 iken örneğin Almanya’da %45 olması sırf rakamsal bir fark değil, göz ardı edilmemesi gereken bir gerçeğe işaret etmektedir.

Nedir bu gerçeklik?

Bu yazıda bu gerçekliği Almanya örneğinde ele alacacağım. Türkiye kökenli göçmenler ve ardılları yarım asırdan fazladır Almanya’da yaşamaktalar. Artık 4.kuşak burda doğup büyümekte. Almanya’da yaşayan 3 Milyon Türkiye kökenli göçmenin yarısı alman vatandaşı iken 1,5 Milyonu da Türk vatandaşı olup Türkiye’deki seçimlere katılma hakkına sahip. Bunların da ancak %45‘i seçimlere katıldığı hesaplanırsa Türkiye kökenli göçmenlerin sonuç itibariyle yalnızca %22‘si Türkiye’deki seçimlere dahil olduğu ortaya çıkıyor. Yani Türkiye kökenli göçmenlerin ancak beşte biri (1/5) Türkiye seçimlerinin parçası oluyor.

Ama – sağcısıyla solcusuyla- Türkiyeli göçmenlerin – hele de bugünlerde – gündemine bakılırsa, sanki Almanya’da değil de Türkiye’de yaşıyorlar sanarsınız.

Enternasyonal dayanışma

Elbette dünya ve dünyanın her hangi bir ülkesinde yaşananları takip etmek, bilmek, sohbet konusu ve siyasi eylem konusu yapmak solculuğun tartışmasız bir gereğidir. Bu anlamda örneğin Türkiye’de yaşanan baskı ve zulmü konu yapmak ve konu hakkında tavır belirlemek elbette ki yerinde bir davranıştır. Bu enternasyonal dayanışma adına bir olmazsa olmazdır. Bunu en sağlıklı bir şekilde yapmak da içinde yaşanılan ülkeyi çok iyi tanımak, bura zeminine ilişkin mücadele vermek ve o ülkedeki sosyal hareketlerle kaynaşmaktan geçer.

Fakat Almanya’da yaşayan Türkiyeli sol potansiyelin ruh haline bakılırsa, genelinde içinde yaşadıkları ülke gerçekliğine yabancı ve izole bir şekilde varlık gösterdikleri rahatlıkla göze çarpıyor. Aslında içler acısı bir paradoks.

Eğer içinde yaşanılan ülke gerçekliği etraflı bir şekilde irdenlenmiyor, incelenmiyor ve yorumlanamıyosra, bu solculuk adına bir zaaftır. Yıllardır bu ülkede yaşamış olan solcular eğer halen Almanya’yı sadece kulaktan dolma bilgilerle algılıyorlarsa ve yüzeysel bilgilerle yetiniyorlarsa içinde bulundukları gerçekliğe yabancılaşmışlar demektir. Bu ancak sürgün konumunda olanlar için anlaşılır. Ama biliyoruz ki Almanya, Türkiyeli göçmeler açısından bir sürgün ülkesi değil, yerleşilmiş bir ülkedir.

Ama sonuç itibariyle zaaflarını aşamamış olanların uzun vadede başkalarına dayanışma adına pek bir faydası olamaz. Çünkü bura zeminine ilişkin mücadele vermemek Türkiye ile dayanışmanın kısır halde sürmesine tekabül eder. Politik anlamda zayıf ve etkisiz kalır.

Solcuların da içinde yaşadıkları ülke gerçekliğine yabancılaşmalarında Almanya’nın ve Türkiye’nin (Türkiye açısından gurbetçi, Almanya açısından halen yabancı anlayışıyla algılanan) göçmenler hakkında sürdürdükleri politikaların, yani genel olarak egemen siyasetin önemli bir etkisi olmuştur.

Almanya ve Türkiye’nin iki yüzlülüğü

Alman ve türk rejimlerinin Türkiye’deki seçimlere katılımı konsolusluktlarda sandık kurarak kolaylaştırmaları tanınmış bir hak veya olanaktan daha çok kendi politik hesablarının gereğidir.

Almanya kendi ülkesinde onyıllardır yaşayan 10 Milyon insana seçme ve seçilme hakkı tanımazken, başka bir ülke seçimine imkan sunması demokrasi adına bir skandaldır. Alman devleti apaçık, siz burada olup bitenlere karışmayın, siyaset yapmayın, siyasi katılım sürecinde yeriniz olmasın, ancak eşek gibi vergi ödeyin diyor. 2021 Almanya genel seçimlerinde 10 Milyon insanın seçim hakkından mahrum bırakıldığını, bir iki partinin veya inisiyatifin dışında, kimse konu bile yapmadı.

Ama seçim propagandası yapılırken göçmenlerin entegre olmadıkları gibi ırkçı söylemlerle oy toplanıyor. Başka bir iki yüzlülük de şöyle beliriyor. Türkiye seçimlerine izin verilirken, Türkiye’ye ilşikin siyasi çalışmalar ve çatışmalar Alman kamuoyuna ve sokaklarına yansıdığı zaman da kendi iç çatışmalarınızı buraya taşımayın diye akıl hocalığına kalkışılıyor.

Türkiye ise ezelden beri „yurt dışında“ yaşayan vatandaşlarını kendine bağlı ve yakın tutmaya çalışmıştır. Onları hem döviz kaynağı hem de yeri geldiğinde politik bir malzeme olarak kullanmıştır. Türkiye bugüne kadar „yurt dışında“ yaşayan vatandaşlarının sorunlarını çözmeye katkıda bulunmak yerine Türkiye’deki olası banka hesaplarını ve mal varlıklarını Almanya’ya ihbar etmiştir. Türk vatandaşlarının Türkiye’deki gelişmelere odaklanmaları, onları içinde yaşadıkları toplumda edilgen bir topluluk haline getiriyor. İçinde yaşadığı ülkede politik süreçlere sınırlı katılabilen bir topluluk hem Türkiye hem de Almanya egemenlerinin işine geliyor.

Ama ne Almanya ne de Türkiye’deki egemen politikalar bizi içinde yaşadığımız ülke gerçekliğini baz alarak siyaset yapma ve mücadele verme prensibimizden alıkoymamalıdır. İçinde yaşadığı ülke sorunlarını tahlil edip onlara çözüm üretme doğrultusunda çaba sarf etmeyen bir siyaset devrimci bir siyaset olamaz.

Geçmişte bir göçmen topluluk olarak hem yaşadığımız sorunları (ırkçılık, ayrımcılık, ırkçı cinayetler, hor görülme, eşit haklara sahip olamama, demokrasi…) hem de Alman toplumunun geneline ilişkin sorunları (Kapitalist sömürü, konut, sağlık, eğitim, yoksulluk, çevreyi koruma, …) bugünden daha yoğun bir şekilde gündemimize alıyorduk, eylemler geliştiriyorduk, ilişkiler kuruyorduk. Elbette zaaflarımız vardı. Ama onları aşamadan, onlardan ders çıkaramadan başka kulvarlara savrulduk. Bugün Almanya gerçekliğine yabancılaşmadan Türkiye kökenli göçmenlerin önemli bir bölümünü kapsayan sol ve devrimci kimliğe sahip bir yapılanma maalesef bulunmamaktadır. Şu veya bu çapta var olan siyasi oluşumlar genelinde Türkiye’de bulunan bir yapının uzantısı şeklinde varlık göstermektedirler. Yaptıkları çalışmaları da rutin bir şekilde ve yukarıda vurguladığımız gibi içinde yaşadığı topluma yabancı bir ruh hali içinde sürdürmektedirler.

2021 Eylül’ünde Almanya’da genel seçimler oldu. Türkiyeli sol kesimler buna ilişkin ciddi bir çalışma yapmadılar. Yaptıkları en belirgin etkinlik mevcut düzen partilerinde (CDU, FDP, SPD ve Yeşiller) ve Sol Parti’de (DİE LİNKE) Türkiye kökenli adayları bir panele çağırmaktan ibaretti. Almanya ve Türkiye seçimleriyle ilgili yapılan paneller kıyaslandığında katılım ve heyecan bakımından Almanya seçimleri ile ilgili yapılanlar iş olsun diye yapıldığı anlaşılıyor. Yani ıktır ki, Almanya’da olup bitenlerle hesaplaşılmıyor. Örneğin Almanya’da Lützerath köyünün kömür ocakları için polis zoruyla boşaltılması ve ormaların budanması, Almanya’nın orduya 100 Milyar Avro ayırması, Ukrayna savaşına dahil olma doğrultusundaki silah/tank sevkiyatı, barış yürüyüşleri, yükselen enflasyon ve yoksulluk, kiraların artması, kısatlayıcı göç yasalarının peş peşe çıkarılması, binlerce mültecinin Avrupa sınırlarında ölüme terk edilmesi, mülteci kamplarında insanlık dışı yaşam koşulları, posta-kamu ve tren iş alanlarında grevler, Almanya’da 10 Milyon insanın seçme-seçilme hakkının olmaması vs. gibi konular Türkiye kökenli sol’un ya gündeminde yok ya da yüzeysel bir biçimde söz konusu oluyor.

Sonuç yerine

Almanya’da Türkiye seçimlerine angaje olmayı sorgulamak belki belli kesimler tarafından garip karşılanacaktır. Tartışma konumuz Türkiye seçimlerine katılıp-katılmama meselesi değil. Bu sorudan bağımsız olarak asıl işaret etmek istediğimiz sorun Almanya’da hangi anlayış ve perspektifle mücadele edildiğidir. Doğru, sağlıklı ve belki de ortak sonuçlar yakalayabilmek için, çelişkileri ifade edebilmek ve içinde bulunduğumuz durumu birlikte analiz edebilmek gerekiyor.

Bu anlamda burda yapacağım çağrı şöyle olabilir:

Türkiye’ ye odaklanıp içinde yaşadığınız ülkenin gerçekliğine ve sorunlarına yabancı kalmayalım.

Alman ve Türk egemen siyaseti bizleri zaten yaşanan sorunların çözümü konusunda devre dışı tutup sorunlarımıza kayıtsız kalmamızı istiyor.

Ayakları yere basan siyaset „somut koşulların somut tahlilinden“ geçer. Buraya ilişkin siyaset geliştirirsek, bizimle beraber hareket edecek mücadele potansiyelini de bulabiliriz. Türkiye ile dayanışmayı daha sağlam temellere dayandırabiliriz.

Hanau katliamından sonra farklı geçmiş ve geleneğe sahip genç göçmen kuşaklar parlamento dışı bir hareket yaratma doğrultusunda yeni örgütlenmeler geliştiriyorlar. Bu kuşağı göz ardı etmeyelim. Bunlardan biri de Migrantifa’dır.

Yeterince yabancıydık, artık hem kafası hem de ayakları burda olan duyarlı ve mücadelecei bir topuluk yaratalım.

Garip Bali /duvaryazisi.org Berlin

Dipnotlar:

i „Türkiye kafasıyla” ifadesi Almanya’yı göz ardı edip kafayı Türkiye’ye takmak anlamında kullanılıyor.

ii „tabağın dışına bakmak“ ifadesi Almanca olan „über den Tellerrand schauen“ deyiminin düz tercümesinden kaynaklanıyor.

iv “Yurt dışı” kavramını tırnak içinde yazıyorum, çünkü genel anlamda yanlış bir ifade. Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli bir göçmenin yurt dışında yaşadığı iddia edilmiş olunuyor. Ama onyıllardır Almanya’da yaşayan ve yaşam merkezi Almanya olan bir göçmenin yurt dışında yaşadığını söylemek -kişinin sübjektif duygularından bağımsız olarak- objektif bir gerçekliğe aykırıdır.

v 2011‘de sırf sınırla ve havaalanlarında kurulan seçim sandıklarıyla katılım

vi 2015‘de seçim sandıklarının ülke içinde de kurulmasıyla katılım