Solingen + Seçimler = Irkçılık / Garip Bali

HomeManşetAlmanya

Solingen + Seçimler = Irkçılık / Garip Bali

Solingen`de yaşanan cinayetin ırkçı söylemlerle işlenmesinin kimin işine geldiğini bilmek için kahin olmak gerekmiyor. Düzen basınının ve burjuva partilerinin (CDU/CSU, SPD, Yeşiller ve FDP) Solingen olayını göç ve mülteci politikasına endekslemeleri – 1 Eylül 2024 tarihinde Thüringen ve Sachsen eyaletlerinde yapılan seçimlerin sonuçlarının da gösterdiği gibi- çok açık ve net bir şekilde sağcı (CDU) ve ırkçı-faşist (AfD) partilerin işine yara.

Almanya’da her yıl binlerce şiddet olayları yaşanmakta.i

(İstatistik: Irkçı saldırılar, faşistlerin silahlanması, Akdenizde ölen mülteciler, Polis şiddeti, Kadın cinayetleri)

Bunların çoğu dini , cinsiyet ve siyasi motifli saldırılar. Ağustus sonunda Solingen’de bıçaklı saldırı sonucu 3 kişi hayatını yitirdi 8 kişi yaralandı. Katilin mülteci olması ve olayın İŞİD tarafından üstlenilmiş olması, Almanya`da zaten yıllardır sürdürülen mülteciler ve göç tartışmasını doruğa çıkarttı. Solingen olayıii ana akım medyanın ve siyasetin tek gündem maddesi haline getirilerek gece gündüz işlenmeye devam ediliyor. İşleniyor derken, objektiv yayıncılık anlamında değil. Çarpıtıcı yorum ve çıkarılan kasıtlı sonuçlarla sırf belli bir amaca hizmet edecek bir şekilde algı operasyonu yapılmaktadır.

Çıkarılan sonuç ve amaç bildik IRKÇILIK’tan başka bir şey değil. Akebinde gelecek olanı da görüyoruz: Göçmen ve mültecilerin olduğundan daha çok ötekileştirilmesi; aşırı sağcı ve faşist AfD’nin güçlenmesi; mülteci kamplarına karşı kundaklamaların artması; ırkçı saldırı ve cinayetlerin tırmanması; farklı toplum kesimleri arasındaki ayrımın daha da derinleşmesi; kuşku, korku ve huzursuzluğun artması, … Yani göz göre göre böl ve yönet“ taktiği yalın bir haliyle yine yürürlüğe konuluyor.

Şaşırmadık!

Geçmişte de Solingen olayına benzer bir olay, binlerce şiddet olayının içinden cımbızla kıl çeker gibi çekilip, propagandası yapılmak istenen ırkçı söylem ve ona uygun önlemleri meşrulaştırmak için kullanıla geldi. Böylesi bir yaklaşım açıktır ki sağcı ve ırkçı-faşist partilerin işine yara.

Bu güçler artık eskisinden daha dinginsiz ve azgın bir şekilde göçmen ve mültecileri hedef gösteriyorlar. 2015’de zamanın Şansölyesi Merkel’in (CDU) ‘sınırlar mültecilere açılsın, üstesinden geliriz’ (‘wir schaffen es’) sözlerinin yarattığı ‘hoşgörü kültürü’ maalesef yarım sene bile sürmedi. O günden bu yana kin ve kışkırtma siyaseti hızlı bir şekilde yayılıyor.

Siyasi hava da ne çabuk dönüyor!

2024 Ocak ayında, aşırı sağcılar ve AfD’nin göçmenleri Almanya’dan kovma planını (Remigration, yani göçü ters yöne çevirme) gizli bir toplantıda görüştükleri ortaya çıktığında büyük bir tepki oluşmuştu. Yüz binlerin sokaklara döküldüğü protesto yürüyüşleri oldu. O döneme kadar anketlere göre oy kaybı yaşayan hükümet partileri – özellikle de SPD ve Yeşiller – demokratların ve antifaşistlerin düzenlediği eylem dalgasından sonra biraz da olsa oylarını artırmaya başlamışlardı.iii O dalgayı büyütüp toplumda ve siyasette eşitlik, kardeşlik ve hoşgörü kültürünü tekrar yeşertmek yerine gelinen noktada sağcı ve ırkçı baskıya teslim olunduğunu görmekteyiz. Ve böylece göçü tersine çevirme planı bütün düzen partilerinin benimsediği ve uygulamaya başladığı bir konsept oldu.

Buna da şaşırmadık. SPD yüz yıldan fazla bir süre önceden beri ve onun yeşil verziyonu Bündnis 90/Die Grünen (Yeşiller) 25-30 yıl öncesinden beri halkın lehine bir siyasete ne çabuk ihanet edebildiklerini ispatlamışlardı. Yakın tarihte altına imza attıkları en büyük ihanet ise barıştan yana olmayı şeytanlaştırıp Almanya’yı en geç 2029’da savaş sürdürebilir bir donanıma getirmek için topluma militaristleşmeyi dayatmaktır, bir çırpıda orduya 100 Milyar Avro ayırmaktır, Ukrayna’yı silahlandırmaktır, bunu sağlamak için sosyal yardımları kısıtlamaktır, silah endüstrisini teşvik etmektir vs..

CDU/CSU gibi sağcı ve AfD gibi faşist partilerin Solingen olayını bulunmaz hint kumaşı gibi kullanmalarını çok iyi anlıyorsuz da, insan hakları ve eşitlikten dem vuran hükümet partilerinin sağcı-faşist baskıya bu kadar çabuk boyun eğmeleri, doğrusu, bu ülkenin akıbetinin pek parlak olamayacağına dair uyarıcı bir işaret olmalı.

Evet, aylardır „demokrasimiz tehlekide“ çığlıkları atıp AfD’nin yükselişine kaygıyla baktıklarını açıklayan SPD, Yeşiller ve FDP gibi burjuva partileri ve onların borazanlığını yapan medyanın iki yüzlülükleri bir kez daha net bir şekilde ortaya çıktı.

Sağcı, ırkçı ve faşist siyasetin yıllardır dilden düşürmediği „mülteciler ülkeye alınmasın“, „sınırdan geri çevrilsinler“, „yabancılar dışarı“, „derhal yurt dışı edilsinler“, „sosyal yardımları kesilsin“, „Almanya’ya gelmelerini caydırıcı kılmak için en zor koşullar altında yaşasınlar“, … gibi söylemleri hayata geçirmek için hükümet ana muhalefet partisi CDU ile özel görüşmeler yaparak anlaştı.

İlk etapta sembolik bir uygulama olarak („Talibanla görüşmeyiz“, „insanları baskıcı rejimlere teslim etmeyiz“ dedikleri halde) 28 Afganlının apar topar bir şekilde Talibana teslim edilmesi şimdilik sembolik bir start olarak belirdi.iv Bir AB ülkesi veya güvenli kabul edilen başka bir ülke üzerinden Almanya’ya gelenlerin sosyal yardımlarının 0 €‘ya düşürülmesi, sınırlarda kontrollerin artırılması, bıçak taşımanın bile yurt dışı edilme gerekçesi sayılması, polis ve diğer güvenlik güçlerinin yetki ve bütçelerinin artırılması karara bağlanan ilk düzenlemeler birinci güvenklik paketi olarak yürürlüğe girdi. Tabii CDU/CSU ve AfD bu ilk adımları yetersiz bulup hükümeti daha kapsamlı talepleri seslendirerek baskıyı artıracaklar. Daha çok kısıtlayıcı güvenlik paketleri üzerine anlaşmak için hükümet ve ana muhalefet görüşmelere devam edecekler. Ne gibi paketler karara bağlanırsa bağlansın, yaratılmış bir acı gerçek var ki, o da kamuoyunda göçmenler ve mülteciler aleyhinde nefret be kışkırtma dalgasının esmeye devam ediyor olmasıdır.

Ne yapmalı?

Bu dönüm noktasında, CDU ve AfD’yi kınamak ve protesto etmekten çok (ki onların ne mal olduğunu biliyoruz) savaştan yana, yoksulluğa yol açan, göçmen ve mülteci düşmanı politikaları kendine bayrak edinen SPD ve Yeşilleri deşifre etmek gerekiyor. Çünkü bu partilerden halen medut uman geniş demokrat ve iyi niyetli toplumsal kesimler geç kalmadan artık anti-ırkçı ve anti-faşist bir cephede yer almaya başlamalılar.

Bu gidişata durdurmak için bütün antifaşist ve demokrat kesimlerle birlikte, yaşamın her alanında eşit haklar temelinde halkların kardeşliği adına, hem ırkçlığın her türlüsüne ve faşist saldırılara karşı hem de ötekileştirici egemen söylemleri boşa çıkaracak bir mücadeleyi sürdürmekten başka bir seçeneğimiz yok.

Thüringen ve Sachsen eyalet seçimlerinin olduğu akşam Berlin’de AfD’lilerin seçim zaferini kutlamaları kursaklarında kaldı. Antifaşistler AfD’ye nefes aldırmadı. Neukölln semtimde yapmayı planladıkları seçim partysini başka bi semte almak zorunda kaldılar. Berlin merkezine uzak bir lokale geçseler de yüzlerce antifaşist AfD’lilerin peşini bırakmadı. Düşünün, Berlin gibi bir yerde AfD’liler seçim partyleri için ancak onlarca kişi toplayabildiler. Ama onların karşısında sokağa hakim yüzlerce antifaşist seslerini bangır bangır yükseltebildiler.

Faşistleri sandık yerine başta sokakta yenmeliyiz. Bütün demokratlar, antifaşistler ve dayanışmacı insanlar sokaklarda birleşmeli.

Ustamız Nazım Hikmet ‘Hürrüyet kavgası’ şiirinin son üç satırında ne diyor?

Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.

Safları sıklaştırın çocuklar,

bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.’

duvaryazisi.org/Berlin

iKonunun daha iyi anlaşılması için ekteki istatistikleri dikkate almanızı temenni ederiz. Burda yalnızca bir iki rakam vermekle yetinelim: Polis verilerine göre 2023 yılında 214.000 şiddet vakası tespit edilmiş, bu olaylarda 154.541 insan ağır yaralanmış, 1.578 kişi de yaşamını yitirmiş. Gewalttaten / Gewaltkriminalität Deutschland 2023 | Statista

iiSolingen olayı derken neyin kastedildiği biliniyor olsa bile, şunu başta açıklamakta fayda var: 23 Ağustos 2024 günü 26 yaşında Suriyeli bir mültecinin ileri sürüldüğü gibi İŞİD’le bağlantılı olarak Solingen kentinin kutlama şenliğinde işlediği cinayet ana medya ve politikacılar tarafından ‘islami bir terör eylemi’olarak değerlendiriliyor. Öyle olsa bile, Alman devleti genel olarak dinler özel olarak da islam konusunda tutarlı ve tarafsız bir tavır geliştirmek yerine Solingen olayına benzer olayları hep araçsallaştırdığı için bu yazıda burjuva basının yaygarasını kopardığı ‘islami terör’ konu edilmeyecek. Irkçı amaçlı bir araçsallaştırma söz konusu olduğu için ilk başta böylesi bir tarzın deşifre edilmesi daha büyük bir önem kazanıyor. Solingen olayından istinaden Almanya’da yaşayan göçmenler, mülteciler ve müslüman olarak okunun topluluk terörle ilişkilendirildikçe bu tür olaylar azalmak yerine çoğalır. Kaldiki İŞİD, Al-Qaida, Boku Haram vs. gibi ‘islami örgütlerin’ gelişiminde batılı emperyalist güçlerin önemli bir rolü ve çıkarı var. Emperyalist batı dünyası çıkarları uğruna değişik ülkelere karşı istedikleri askeri operasyoları (işgal dahil) veya iç siyasete yönelik belli uygulamaları meşru kılabilmek için gerekçe gösterebilecek bir düşmana ihtiyaç duyar. Yoksa da kendisi yaratır. O döneme göre ya ‘islami terör’ örgütleredir, ya Putin’dir, ya Çin’dir, ya komünizdir vs.. Almanya, histerik bir şekilde işlediği ‘islami terör’ konusunda ciddiye alanamayacağı için, bu konuyu bu kadar yoğun bir şekilde işlemesiyle ortaya çıkan sonuçtan hareketle Almanya’nın asıl niyetinin ne olduğunu deşifre etmek gerekiyor. Bu yazı da bu amacın bir çabasıdır.

iii28 Afganlının apar topar bir şekilde Talibana teslim edilmesi şimdilik sembolik bir start olarak belirdi.

iv Eski İçişleri bakanı Seehofer’in 69. yaş gününde 69 Afganlının yurt dışı edilmesini bir hediye olarak karşılamasını eleştiren SPD ve Yeşiller şimdi 28 Afganlıyı sözde tanımadıkları Taliban rejimine teslim etmekte bir sakınca görmüyorlar. Bu ne biçim pişkinlik diye sormak bile az geliyor.