Mültecilerin intihara sürüklenmesine son örnek: Fetullah Aslan

HomeManşetAlmanya

Mültecilerin intihara sürüklenmesine son örnek: Fetullah Aslan

Almanya’da son aylarda mültecilere karşı tekrar yoğun bir ötekileştirme furyası başlatıldı. Düzen partileri mültecileri seçim propagandalarına alet ederek hedef tahtasına koyuyorlar. Ana medyanın da desteğiyle toplumsal sorunların (güvenlik, kriminalite, işsizlik, sosyaş yardım, eğitim alanındaki sorunlar vb.) sorumlusu gösterilip toplumun gözünde bela ve yük olarak algılanmalarına neden olunmakta. AfD gibi ırkçı ve faşist bir parti oy patlaması yaparken, öbür yandan da mülticilere karşı fiili saldır ve kundaklamalar artmaktadır. Mülteci yasaları insanca yaşam hakkının daha çok sınırlandırıldığı, baskıların artırıldığı ve deport edilmenin kolaylaştırıldığı yönde değiştirilmektedir.

Özetle: Alman iltica politikası, mültecilere yaşamı zehir edeceğini açıkça ilan ediyor. İlticacıların baş vuruları büyük bir oranda red ediliyor ve deport edilmeye zorlanıyorlar. Bir çok mülteci çaresizlik içinde bulanıma girebiliyor. Bir kısmı da intihara sürükleniyor.

En son yaşanan örnek ise Fetullah Aslan vakası. Resmi açıklamaya göre intihar ettiği söylenen Fetullah için Berlin’de bir anma ve protestyo yürüyüşü düzenlendi. Alan Kurdi inisitatifinin düzenlediği yürüyüşü bir çok sol grup da destekledi. 15 Aralık pazar günü öğleden sonra Hermannplatz’da başlayan yürüyüş Oranienplatz’da sona erdi. Duyurusu kısa bir sürede yapılmış ve havanın yağmurlu olmasına rağmen, yüze yakın insanın katıldığı yürüyüşte adaletsizlik, deport politikaları, intihara sürüklenmeler, ırkçılık ve faşizm sesli sloganlarla lanetlendi.

Yürüyüşü düzenleyen Alan Kurdi inisiyatifi yaptığı uzun bir konuşmada Fetullah Aslan olayını şöyle özetliyor:Fetullah Aslan’ın, siyasi baskıya maruz kalmış bir Kurdistanlı mülteci olarak ölümü, sadece insani bir trajedi değil, aynı zamanda Alman devletinin ve onun iltica sisteminin sistematik bir başarısızlığının da göstergesidir. Resmi raporlara göre Fetullah, Berlin-Weißensee’deki Alexianer St. Joseph Hastanesi’nde intihar ettiği söylenmektedir. Ancak, arkadaşları ve tanıdıkları bu iddiayı şiddetle reddetmektedir. Resmi versiyona dair ciddi şüpheler ve olayın örtbas edilmeye çalışıldığını gösteren bulgular vardır.‘

Aynı konuşmada Fetullah’ın geçmişi ve onu Almanya’ya göç etmeye zorlayan koşullar ise şu sözlerle ifade edilmekte.

Fetullah Aslan, 28 yaşında ve Mardin iline bağlı Nusaybin şehrindendi. Türk ordusunun Kürt bölgelerine yönelik askeri kampanyası sırasında evinin yıkıldığına tanık oldu. “Özgür Üyelik” hareketinin (siyasi ve kültürel otonomi girişimi) demokratik eylemlerine katıldığı için ilk kez Nusaybin’de tutuklandı ve altı ay hapis yattı. 2019 yılında Mardin’deki barışçıl protestolara katıldı ve yeniden tutuklandı. Hapiste, aralarında cinsel şiddetin de bulunduğu brutal işkencelere maruz kaldı. Bu suçlar belgelendi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde devam eden bir davanın konusu oldu.‘

Konuşmaya göre sunulan bol miktarda kanıta rağmen- aralarında Fetullah’ın işkence gördüğünü belgeleyen bir gazete makalesi de bulunmaktaydı.‘ Fetullah’ın iltica baş vurusu redediliyor. Kimi belgelerin ciddiye alınmayarak nasıl tanınmadığına Fetullah örneğinde de görüyoruz. Alan Kurdi şöyle açıklıyor: Federal Göç ve Mülteciler Ofisi (BAMF), gazete makalesinde yalnızca başharflerinin bulunması nedeniyle makalenin geçersiz olduğunu iddia etti. Ancak, BAMF bilinçli olarak, Türkiye’de tam adının belirtilmesinin genellikle güvenlik nedeniyle kaçınıldığı gerçeğini göz ardı etti. Türkiye’de böyle raporlar yayımlayanlar, tutuklanma ve işkence riski altındadır. ‚

Bu yetmediği gibi karşısına çıkan daha başka bir çok engel genç Fetullah’ı tekrar tekrar travmatize etti.‘ diyen Alan Kurdi inisiyatifi şöyle devam ediyor. Kendisine bildirimlerin yanlış adrese gönderilmesi nedeniyle, 14 (veya 15) günlük itiraz süresini kaçırdı ve dosyası kapatıldı. Avukatı bu kararın iptali için dava açsa da, mahkeme şikayeti prosedüre dayandırılmış bir gerekçeyle reddetti. Bu sırada Fetullah, Almanya’nın koruma sözüne aykırı olarak içinde bulunması gereken bir sistemde sürekli belirsizlikle yüz yüe bırakıldı.‘

Alman iltica politikasının absürtlüğü, Alan Kurdi inisiyatifine göre şu şekil gözler önüne seriliyor: ‚Koruma arayan politik bir birey, onu koruması gereken bir sistem tarafından çaresizlik ve belirsizliğe sürükleniyor. Özellikle trajik olan, Türkiye’ye geri döndüğünde Fetullah’ın hemen tutuklanacak olmasıydı. Hakkında bir tutuklama emri bulunmaktaydı ve daha önce kendisini işkenceye tabi tutan bir ülkeye dönmesi bir ölüm fermanı anlamına geliyordu. Almanya, bu belirgin tehlikeye rağmen siyasi bir sığınmacıyı koruma yükümülülünü yerine getiremedi.‘

Konuşmanın devamında anlıyoruz ki Almanya’da çıkmaza giren süreç yeni denemelere rağmen sonuçsuz kalıyor. ‚Fetullah geçici olarak Belçika’ya sığındı. Ancak, Almanya’ya geri döndükten ve yeni bir iltica başvurusu yaptıktan sonra durumu yeniden reddedildi. Gerekçe olarak, ikinci bir başvurunun kabul edilemez olduğu ileri sürüldü. Bu durum, Fetullah’ı çaresiz bir konuma sürükledi. Fetullah aktif olarak çözümler arıyordu. Hatta Almanya’dan güvenli bir çıkış yapabilmesi için resmi bir belge talep etti—hapisten ve işkenceden kurtulmaya çalışan bir adım olarak. Zor durumunda, Fetullah yeniden BAMF’ye başvurdu ve Cenevre Sözleşmesi’ne uygun olarak koruma hakkını talep etti.

Koruma hakkını talep etmek ne yazık ki ölümü aralayan bir yola dönüşüyor:BAMF personeli polise haber verdi. Polis, Fetullah’ı gözaltına aldı ve onu bir psikiyatri kliniğine götürdü. Fetullah, Perşembe akşamı Berlin-Weißensee’deki Alexianer St. Joseph Psikiyatri Hastanesi’ne yatırıldı. Cuma günü bir doktor ve sosyal-psikiyatrik hizmetlerden bir çalışanla bir görüşme yaptı. Bu bir saatlik görüşmede Fetullah’ın uyumlu davrandığı ve kendine zarar verme niyetinden uzaklaştığı ifade edildi. Yemek yiyeceğini, içeceğini ve klinik desteğiyle mültecilere yardımcı olan danışma merkezlerine başvuracağını belirtti. Doktor, Fetullah’ın açık görüşlü olduğunu ve durumunun istikrarı için somut adımlar attığını rapor etti.

Ancak hafta sonu, Türkiye’ye iade tehdidinin neden olduğu muazzam psikolojik yükten kaynaklanan durum dalgalanmaları meydana geldi—bu tepkiler son derece anlaşılabilirdi. Buna rağmen, 24 saat bakım gören bir yoğun gözetim bölgesinde tutuluyordu. Geceleri, 2-3 bakıcı bölgeden sorumluydu ve Fetullah bir cam panel aracılığıyla gözetlenebiliyordu.‘

Bütün sözde gözetim önlemlerine rağmen Fetullah ölü bulunuyor ve geride bir çok soru işareti kalıyor. Alan Kurdi inisiyatifi şüpheli ölümü sorguluor: Pazartesi sabahı, saat 5 ila 7 arasında öldü—iddialara göre kendini plastik bir torbayla boğmuştu. Bu iddia pek çok soruyu beraberinde getiriyor: Yoğun gözetim altındaki bir kişi nasıl fark edilmeden böyle bir davranışta bulunabilir? Kendini yakarak öldürme düşüncesini tekrar tekrar dile getirmesine ve geri gönderilme korkusunun gerçekliğine rağmen bu durum neden ciddiye alınmamıştır? Korunmaya muhtaç kişileri korumak için tasarlanmış bir sistem nasıl bu kadar başarısız olabilir?‘

Bir mültecinin ölümüyle sonuçlana süreci Alan Kurdi inisiyatifi şöyle açıklıyor: işkence ve zulüm korkusuyla koruma arayan insanlar, Almanya’da yeterince korunmuyor. Uyarıları dikkate alınmıyor ve onlar defalarca çaresizlik içinde bırakılıp sonunda ölüme sürükleniyorlar.‘

Konuşmada, Türkiye’den gelen mültecilerin Almanya’da yaşadıkları zor koşulların bir arka planı olarak Alman-Türk ilişkilerine geçmişten günümüze değinilerek şu yorumlara yer verildi: Alman-Türk ilişkileri, tarih boyunca stratejik çıkarlar tarafından şekillendirilmiş ve bu çıkarlar, insan haklarını sistematik olarak jeopolitik hesaplara tabi kılmıştır. Daha Osmanlı İmparatorluğu döneminde Alman askeri danışmanlar Osmanlı ordusuna destek vermiş ve bu gelenek günümüzde de devam etmektedir. Ekonomik ve askeri işbirlikleri bu ilişkide ön planda yer alırken, insan onuruna dayalı ilkeler ve insan hakları ikinci plana itilmiştir.

Güncel siyaset sahnesindeki liderler, özellikle Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Türkiye ile olan yakın ortaklığı sürekli vurgulamaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden seçilmesinden sonra Scholz, iki ülke arasındaki “güçlü bağları” dile getirdi. Ancak bu sözler, Türk rejiminin özellikle Kürt halkına yönelik sistematik insan hakları ihlallerini — tutuklamaları, işkenceleri ve hak gasplarını — göz ardı etmektedir.

Federal Haber Alma Servisi (BND) ile Türk Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) arasındaki istihbarat işbirliği, bu ittifakın ne kadar derin olduğunu göstermektedir. Almanya’daki Kürt ve Türk muhaliflerin baskı altına alınması ve izlenmesine dair sayısız rapora rağmen bu işbirliği devam etmektedir. MİT, Almanya’da binlerce muhbirden oluşan bir ağı yöneterek rejim karşıtı kişileri tehdit etmekte ve sindirmektedir. Bu uygulamalar sadece hoşgörülmekle kalmayıp, aktif olarak desteklenmektedir.

Almanya, Kürt halkının yaşadığı acılardan dolayı sorumluluk taşımaktadır. Almanya’daki insani olmayan şartlar ve olumlu bir iltica kararına dair umut eksikliği nedeniyle 20.000’den fazla Kürt, “gönüllü” olarak Türkiye’ye geri dönmeyi seçmiştir — bu, zulmün, işkencenin ve ölümün kesin olduğu bir ülkeye dönmek anlamına gelmektedir. Bu kararlar tesadüfi değildir; aksine ekonomik ve jeopolitik çıkarların insan hayatının üzerinde tutulduğu siyasi bir stratejinin doğrudan sonucudur.‘

İşte böylesi bi tabloda‚ Bu işbirliğinin emperyalist karakteri, mültecilere yönelik muamelede çok daha kötü bir şekilde görülmektedir. Fetullah gibi savaştan, zulümden ve işkenceden kaçan Kürt mülteciler sistematik olarak reddedilmekte ve genellikle kesin olarak tutuklama, işkence ve hatta ölüm anlamına gelen Türkiye’ye geri gönderilmektedir. Türkiye ile olan bu işbirliği, tesadüfi bir başarısızlık değildir, bilinçli bir hesaplamadır: Kürt mültecilerin sürgünü, Almanya’nın Türk hükümetinin baskıcı politikasını desteklediği veya en azından hoşgördüğü mesajını göndermektedir. Aynı zamanda, diğer koruma arayanlara açık bir sinyal verilmekte’ denilerek Burada hoş görülmeyeceksiniz.‘ sonucu çıkalıyor.

Almancası da okunan konuşma (özetlediğimiz) taleplerin sıralanmasıyla bitiyor:

Bağımsız Soruşturma: Devlet etkilerinden bağımsız bir komisyon tarafından, sadece bu tekil vakayı değil, bu ölümlerin ardındaki tüm yapıyı aydınlatacak kapsamlı bir soruşturma yürütülmesini talep ediyoruz. Sorumlular — ister kamu kurumlarında, ister siyasette ya da güvenlik sisteminde olsun — açık bir şekilde adlandırılmaları ve yargılanmaları gerekmektedir. Faili koruyan ve ölümcül bir sistemi gizlemeye hizmet eden örtbas ve şeffaflıktan uzak uygulamalara son verilmelidir.

İltica Sisteminin Yeniden Yapılandırılması: Irkçı ve ayrımcı uygulamalar sadece kaldırılmamalı, aynı zamanda aktif bir şekilde mücadele edilmelidir. Mültecileri bir sorun olarak değil, yardıma ihtiyacı olan insanlar olarak gören radikal yeni bir iltica anlayışı gerekmektedir. Bürakrasinin, mağdurları bilinçli olarak yıpratmasının, ve Türkiye gibi işkenceci devletlerin meşrulaştırılmasının yarattığı yapısal şiddet son bulmalıdır.

Koruma Yerine Sürgünü Sonlandırın: Biz sadece sürgünlerin sona erdirilmesini değil, koruma sisteminin köklü bir şekilde yeniden düzenlenmesini talep ediyoruz. Kaçan insanlar, korkusuz bir hayat umuduyla güvenlik, onur ve bir gelecek perspektifine ihtiyaç duyarlar — jeopolitik çıkarlar arasında pazarlık kozu olarak değil.

Ölümcül siyasetler sona erdirilmesin. Biz sadece Fetullah Aslan için adalet değil, aynı zamanda her gün hayatlara mal olan bu ölümcül siyasetlerin sona erdirilmesini talep ediyoruz! Almanya’nın otoriter rejimleri destekleyen, sürgünleri organize eden ve insan onurunu hiçe sayan suç ortaklığına radikal bir kopuş çağrısı yapıyoruz! Bu iltica sistemi bir koruma yapısı değildir — bu, emperyalist kontrol ve ırkçı şiddetin ölümcül bir aracıdır!

Sistem kökten düzenlenmeli: Bu sistem reform edilmemeli, kökten yeniden düzenlenmelidir. Fetullah Aslan ve diğer pek çok kurban unutulmamalı — adalet ve gerçek dayanışma mücadelesini yorulmadan sürdürme yükümüzdür.‘

Garip Bali/ Duvaryazisi.org Berlin

(‚Alan Kurdi – Kürdistanlı Mülteciler İnisiyatifi‘ne konuşma metnini yayınlamamıza izin verdikleri için teşekkür ederiz)