İran ve ABD arasında uranyum zenginleştirme oranları konusunda görüşmeler sürerken, ABD’nin teşviki ve onayı ile 13 Haziran’da İsrail, İran’a saldırdı. Ani ve simetrik saldırılarda İsrail, İran komuta kademesini ve bazı bilim insanlarını öldürdü. Şehirler, elektrik santralleri, hastaneler, nükleer tesisler vb. bombalandı. Saldırının ikinci gününde Trump, bağırarak İran’ın “koşulsuz teslim” olmasını istedi. Dördüncü gün ise, “Hamaney’in nerede kaldığını biliyoruz, istersek öldürürüz, ama şimdilik istemiyoruz” diyerek tehdit etmeyi ihmal etmedi.
İsrail, ABD ve NATO ülkelerinin senkronize korumasında saldırırken, İran’da rejimi değiştirmeyi hedeflediğini belirtti ve İran halkını rejime karşı ayaklanmaya çağırdı. İran, savaşın ilk günü toparlanıp füze ve dronlarla oldukça yoğun karşılık vermeye başladı. Bu karşılık o kadar yoğun, sert ve isabetliydi ki İsrail, ABD ve Avrupa’dan yardım talep ederek İran’a karşı uluslararası bir saldırı koalisyonu kurulmasını istedi.
Savaşın onuncu gününde ABD, İsrail’i kurtarmak için İran’ın nükleer tesislerini Bunker-Buster bombalarla vurdu. Trump, bu saldırıyı överek, İran’ın nükleer tesislerinin “tamamen imha edildiğini” ve “şimdi barış zamanı” olduğunu söyledi. İsrail’in de ateşkes istediğini belirtti. İran, bir gün sonra ABD’nin Katar’daki en büyük askeri üssüne saldırdı. Ardından ateşkesi kabul eden İran, ateşkes başlamadan önceki son saatte İsrail’in merkez bölgesindeki askeri üsse ve şehre yıkıcı bir saldırı düzenledi. Bu saldırı tek bir füzeyle yapıldı ve çok övülen savunma sistemleri değil engellemek, alarm bile veremedi.
Soykırım suçu nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından hakkında yakalama kararı bulunan Netanyahu, ülkesini bir kez daha kurtaran Trump’ı Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdi.
Peki, İsrail İran’a saldırma cüretini nereden aldı? Neredeyse iki yıldır Gazze’de Filistin halkına ABD ve kolektif Batı’nın askeri ve siyasi desteği ile soykırım uygulayan İsrail, Gazze’de hiçbir siyasi hedefine ulaşamamasına rağmen bu cüreti nasıl gösterdi? Lübnan’da Hizbullah’a, Yemen’de Husilere diz çöktüremeyen İsrail, İran’ı yenebileceğini mi düşündü?
Cevap: Kocaman bir hayır.
İsrail, bu saldırıya ABD’nin koşulsuz katılacağını hesapladı. Zira İsrail’in Ortadoğu’daki tüm eylem ve saldırıları, ABD’nin hegemonik güç olarak kalma mücadelesinin yansımalarıdır. Bu süreçte İsrail, ABD’nin desteğiyle bölgenin hakimi olma mücadelesi de vermektedir.
Dünyada olan biteni anlayabilmek için ABD’nin hegemonik güç olarak kalma (küresel paylaşım mücadelesinden galip çıkma) stratejisini merkeze almak gerekir.
ABD’nin tek hegemon güç olduğu 1990–2022 yılları arasında Yugoslavya yediye bölündü, Afganistan işgal edildi, Irak iki kez saldırıya uğradı ve işgal edildi, Sudan ve Libya parçalandı, Suriye on üç yıl süren iç savaş sonrası yıkıldı ve cihatçılara teslim edildi. NATO genişleyerek Rusya sınırına dayandı, NATO–Rusya çatışması Ukrayna’da başladı. Ortadoğu’da Filistin soykırımı ile devam eden süreçte Yemen ve Lübnan bombalanarak defalarca saldırıya uğradı. İran’a saldırı ile bu süreç adeta final yaptı. Venezuela’da defalarca darbe teşebbüsü oldu, Brezilya ve Bolivya’da başarılı darbeler gerçekleşti. Aşağılanmayan, tehdit edilmeyen ülke kalmadı (NATO ve birkaç ülke hariç). ABD, Grönland’ı Danimarka’dan istemiş, Kanada’yı ilhak edeceğini bile söylemiştir.
Dünya genelinde vahşi batı kanunları egemen kılınıp BM işlevsizleştirildi, dünya gümrük vergileriyle adeta haraca bağlandı. Tüm bu politikalar, ABD’nin emperyalist hegemonyasını devam ettirmek ve bu hegemonyanın tehdit edilmesini önlemek içindir. Ortadoğu, hegemonik güç olmanın ya da hegemonyanın bittiğinin ilan edileceği bölgedir. Hazar Denizi’nden Hint Okyanusu’na, oradan Sudan’a, Libya’dan Karadeniz’e, oradan tekrar Hazar’a kadar olan geniş bir bölgeden söz ediyoruz.
ABD, Avrupa (NATO ülkeleri) ve Japonya’dan oluşan “kolektif Batı”ya karşı, merkezinde Çin ve Rusya’nın bulunduğu BRICS ülkeleri ile olan mücadelenin tayin edici bölgesi Ortadoğu’dur. Çünkü Çin ve Rusya’nın kuşatılmasının tamamlanacağı ya da kuşatmanın kırılacağı bölge burasıdır. Eğer Çin ve Rusya kuşatılabilirse, uzun vadede Rusya’da “uyumlu” bir yönetimle doğal kaynaklarına el konulabilir; Çin’in yükselişi engellenip yeniden “gelişmekte olan ülke” statüsüne indirgenebilir. Enerji kaynakları kesilen bir ülke savaşsız teslim alınabilir.
2014 yılında Ukrayna’da gerçekleşen Maidan ayaklanmasıyla rejim değiştirildi ve böylece Rusya-NATO savaşı fiilen başladı. ABD bu savaşı büyüterek çoklu hedefler güttü:
-
Rusya’yı diz çöktürerek rejimini değiştirmek ve doğal kaynaklarına el koymak
-
Çin-Rusya dayanışmasını kırarak Çin’i yalnızlaştırmak
-
Avrupa ile Rusya arasındaki bağları kopararak kısa vadede Avrupa’yı haraca bağlamak, uzun vadede ise rakip olmaktan çıkarmak
ABD ilk iki hedefe ulaşamasa da, Avrupa–Rusya ilişkisini koparmayı başardı. Ukrayna savaşının ekonomik ve askeri yükünü Avrupa’ya yıktı. Savunma harcamalarının GSYİH’nin %5’ine çıkarılmasını sağladı. Bu, NATO ülkeleri için yıllık trilyon dolarlık bir bütçe demek ve bu para ABD’ye akacak.
Çin’in ekonomik yükselişiyle önerdiği “Kuşak-Yol Projesi”nin başarısı, enerji ve lojistik hatlarının açık kalmasına bağlıdır. ABD, Çin’in denizden ikmal hatlarını kesebilmek için Avustralya ve Japonya ile AUKUS ittifakını kurdu. Endonezya ve Filipinler’in desteğini aldı. Bu ülkelerde yüzlerce askeri üs kurdu. Yani isterse Çin’i Çin Denizi’ne hapsedebilir. Enerji akışını kesebilecek durumda.
Çin, bunu görerek çözüm aradı. İran’la yaptığı anlaşmayla 25 yıl boyunca gaz ve petrol alımını garanti altına aldı. İran ve Pakistan’da limanlar ve bu limanlara demir-karayolu hatları inşa etti. Çin’de başlayıp Tahran’ın yanında İslamşehr’e ulaşan demiryolu geçen ay ulaşıma açıldı. Oradan Rusya üzerinden St. Petersburg’a uzanacak yeni bir demiryolu hattı inşası başladı. Rusya ile İran arasında ayrıca Pasifik kıyısında bir liman ve oraya gidecek demiryolu planlanıyor. Bu, Rusya’nın eski rüyasıydı.
Çin, Pakistan’da bir liman aldı, genişletti ve entegre bir lojistik merkez inşa etti. Demiryolu ve karayolu yapıyor. Ancak 4–5 ay önce Beluci cihatçılar Çinli şantiyelere saldırdı, mühendis ve işçiler öldürüldü. Önceki başbakan İmran Han, Çin ve Rusya ile yakın ilişkiler kurduğu için bir ABD operasyonu ile görevden alındı ve tutuklandı. Yeni hükümet, ordunun çabalarına rağmen Çin ile ilişkilerini sürdürmek zorunda kaldı. Pakistan’da klasik bir Amerikancı darbe olasılığı hala masadadır.
Pakistan’ı baskılamak için Hindistan’ın başlattığı 4 günlük savaş da ABD’nin istediği gibi gitmedi. Eğer savaş Pakistan aleyhine gelişseydi, darbe ya da başka yollarla Pakistan Çin’den koparılabilirdi. İran-İsrail savaşı esnasında Pakistan, “İran’dan sonra sıra diğer İslam ülkelerine gelecek” diyerek kendisinin sıradaki hedef olduğunu ilan etti ve İran’ın yanında net duruş sergileyen tek İslam ülkesi oldu.
BRICS içinde ABD’ye en yakın ülke olan Hindistan, ABD’nin bölge planlarında merkezi rol oynuyor. İsrail destekçisi olan Hindistan, Kuşak-Yol Projesi’ne alternatif olarak ABD’nin önerdiği Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru’nun (IMEC) merkezindedir.
Rusya-Çin dayanışmasının coğrafi kesişim noktası İran’dır. Bu yüzden ABD’nin esas hedefi, İran’ı bu çizgiden kopararak iki ülkeyi dünyadan coğrafi olarak izole etmektir. Bu nedenle ABD, İran’da kendi yörüngesinde bir siyasi iktidar oluşturmayı hedeflemektedir. Diğer her şey laftır. İran’da rejimin İslamcı ya da laik olması ABD için önemsizdir. Halkın istekleri ve talepleri yalnızca araçtır.
Uzun vadede ABD, Ortadoğu’da kendisine engel olan tüm ülkeleri bölüp parçalayarak, yerine zayıf ve itaatkâr rejimler kurmak için siyasal İslam’ı (cihatçıları) kullanmaktadır. Devlet olmayan Lübnan’da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, Yemen’de Ensarullah gibi yapıların yok edilmesi hedeflenmektedir. Bu uğurda Libya, Sudan, Irak, Suriye parçalandı. Gazze’de Filistin halkı soykırıma rağmen direnç gösterdi ve orayı terk etmedi. İran kuzeyden, Ermenistan–Azerbaycan hattından da kuşatılmaya ve Azeriler üzerinden parçalanmaya çalışılmaktadır.
Azerbaycan, İsrail’in petrol tedarikçisi olmuş ve siyasal ilişkileri sayesinde adeta İsrail’in düklüğü hâline gelmiştir. İran, kendisini bombalayan bazı uçakların Azerbaycan’dan kalktığını iddia etti. Mossad’ın İran’a sızma kapısı oldu. Bugün Azerbaycan, tıpkı Ukrayna gibi, Batı’dan ve özellikle İsrail ile Türkiye’den aldığı destekle Rus kültürünü ve dilini yasaklama yoluna gitti. Azerbaycan treni Ukrayna gibi yola çıktı. Eğer Azeri halkı treni durduramazsa, Ukrayna’nın kaderini paylaşma ihtimali yüksektir.
Trump iktidara gelir gelmez BRICS ülkelerine, Amerikan dolarını kullanmalarını emretti. Yerel para birimi kullanılırsa %200 gümrük vergisi uygulayacağını söyledi. BRICS ülkeleri kendi aralarında yerel para birimlerini kullanmaya ve ortak para birimini tartışmaya başladı. Amerikan dolarının rezerv para ve ticaret parası olmaktan çıkması, ABD hegemonyasının sonu demektir. ABD’ye göre dolar bu özelliklerinin %40’ını yitirmiştir. NATO’nun Rusya’yı üç ayda dize getirme planı, BRICS ülkelerinin dayanışması ve yerel para kullanımı sayesinde başarısız oldu.
ABD’nin birinci hedefi, doların rezerv ve ticaret parası olma statüsünü korumaktır. Yukarıda sayılan tüm politikaların nihai hedefi budur. ABD siyaseti bu perspektifle okunmalıdır. Bu hegemonya mücadelesinin merkezidir. Üçüncü büyük savaş çıkarsa, muhtemelen buradan başlayacaktır. ABD için bu hedef dışındaki her şey tolere edilebilir, ertelenebilir veya feda edilebilir.
ABD, Ortadoğu’da planladığı düzenlemeleri gerçekleştirebilirse Çin–Rusya dayanışmasını kırabilir. Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarına el koyabilir. Parçalanmış küçük devletçikler sayesinde İsrail’in çevresi kontrol altına alınır ve bu bölge ABD için tehdit olmaktan çıkar.
Peki, başarabilirler mi?
Tüm yıkım ve soykırıma rağmen İsrail siyasi hedeflerinin hiçbirine ulaşamadı. Lübnan’da Hizbullah hâlâ yerinde duruyor. Lübnan yeni bir iç savaşla tehdit ediliyor. Yemen İsrail’e füze atıyor, gemi batırıyor. ABD Yemen’e saldırdı, Yemen karşılık verdi. ABD uçak gemisini Yemen’den zar zor kurtardı ve ateşkes istedi. İran saldırısından sonra Yemen ateşkesi iptal etti. İran’a on iki gün saldırdılar. Rejim değişmedi, nükleer tesisler yok edilemedi. Hiçbir siyasi hedefe ulaşılamadan İsrail’i kurtarmak için ateşkes istendi. Çünkü İsrail büyük bir yıkım yaşadı, devam edemez hâle geldi.
ABD, İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatmasını göze alamadı. Bu, Babülmendep Boğazı’nın da kapanması demektir. Yemen bunu duyurdu. Dünya ticaretinin %40’ı kesintiye uğrardı. Bu da petrol ve gaz fiyatlarında katlanarak artış anlamına gelir. Bu riski alamadılar. Bunun yerine zamana yayıp İran’ı farklı yollarla boğmayı deneyecekler.
Yani Batı emperyalizmi hiçbir siyasal hedefine ulaşamadı.
Son olarak Türkiye’ye gelirsek:
Türkiye’nin izlediği dış siyaseti belirleyen temel etken ABD’nin bölge politikalarıdır. Suriye’nin yıkımında ve İsrail’in desteklenmesinde Türkiye’nin rolü buna örnektir. ABD’nin İran politikalarının gerçekleştirilmesinde Türkiye koçbaşı rolü oynayacak gibi görünüyor — eğer Türkiye halkları bunu engelleyemezse.
Türkiye egemen sınıfları iç siyaseti buna göre dizayn etmeye başladı. Kürt “açılımı”, CHP’nin etkisizleştirilip yeni anayasa çalışmaları, muhalefetin düşmanlaştırılması, basının kontrol altına alınması, seçimlerin etkisizleştirilip formaliteye dönüşmesi gibi adımlar bu sürecin yansımalarıdır. Faşizm dönemlerinin klasiği olan iç ve dış siyasetin birlikteliği de sağlanmış durumda.
Zamanın hızlandığı, Marx’ın deyimiyle “katı olan her şeyin buharlaştığı” bu dönemde son sözü halk ve onun öncüleri söyleyecektir.
Hacı Akif Cengiz

