Politikanın Estetetiği Olur mu? – Elif Soylu

HomeManşetPolitika

Politikanın Estetetiği Olur mu? – Elif Soylu

Bu soruyu sorduğunda Walter Benjamin Nazi Almanya’sından kaçış yollarını arayan, zamanına göre oldukça aykırı bir düşünürdü. Benjamin’in zamanında böyle bir soruyla meşgul olmak elmayla armudu karıştırmakla eş görülüyordu. Sonuçta estetik Aristotales ve Eflatun’nun bile aralarında çekişmelere sebep olan, içerisinde güzellik ve zevk gibi sübjektif unsurları barındıran, pek de hakkında tartışılabilecek gibi görünen bir mevhum değildi, çözülemezdi. Peki gerçektende böylemiydi?

Estetik ve sanat konularına tarihte kafa yoran birçok kişi kendini analitik felsefeci Bernart Russel’in da dediği gibi “ben anlamadığım işlerle uğraşmam” çıkmazında buldu. Oysaki Russel estetik hariç felsefenin her alanında yazmış çizmiş yetkin bir araştırmacıydı.

Konu günümüzde Walter Benjamin ve Frankfurt Okulu hatırlanana kadar toplum ve politikadan ayrı tutuldu. Estetik sadece burjuva ve elitistlerin ilgileneceği ancak zevk ve sefa içinde yaşayan birinin buna zaman ayırabileceği gibi yanılgılarla tozlu raflardan indirilmeyi bekledi. Bu da konuyu bir süre bulanıklaştırttı, neresinden tutlacağı belli olmayan soyut bir hal almasına neden oldu. Hatırlanan kısımları ise genelde gerçekten de 19.yy decadansı (sanat sanat içindir söyleminin çıktığı zamanlar) yada güzellik obsesyonun getirdiği budalalıklardan ibaretti.

Estetiğin Politikleştirilmesi

Toplumla birleşik tutulduğu noktaları da atlamamak lazım tabi. Burada sıklıkla birçok kişinin Benjamin’in ikili önergesinde daha haşır neşir olduğu ‘estetiğin politikleştirilmesi’ devreye girer. Estetiğin politikası, politikanın estetiğine göre tanınınırlık bakımından üzümün bağının çıktığı yerdir. Asırlardır resim heykel ve edebiyat alanlarında kralı, klişeyi, padişahı vs yi övmek, ya da yermek, gibi amaçlarla estetik üretim yapıdığından tarih okuyucuları duruma pek de yabancı değildir. Aynı zamanda estetiğin politikası herhangi bir sanat eserinin eleştirel yönden politik incelemesini yapmanın da kökünün dayandığı yerdir. Ama daha yalın ve direk etkisinin gözlemlenebileceği alan kültürel ve sanatsal üretimlerdir. Bu üretimler estetiğin politikası ya da başka bir deyişle estetiğin politikleştirilmesi ile ivme kazanır.

Modern Dönem

Resimde en bilinen modern örneklerden biri olan Picasso’nun Guernica’sı bu kategoriye dahil edilebilir. Savaşın yıkıcı etkilerininin tasvir edildiği bu tablo politik idelojisi bakımından II. Dünya Savaşını protesto eder ve estetik üretiminde oldukça açık bir şekilde politiktir. Her eser aynı açıklıkta yada değil, bulunduğu sosyo-politik, ekonomik, ve kültürel çevreden ayrı tutulamayacağından zaten politiktir. Ancak estetiğin politikleştirilmesi, derecesinin bilmenin oldukça zor olmasına rağmen belirgin motifler içerir, belli başlı imge ve sembollerin yardımına ihtiyaç duyar. Sonunda, bir eser direk bir politik etki ve görüşü yaygınlaştırmayı yada meşrulaştırmayı amaçladığında ise estetiğini politikleştirir. Eserler, estetiğin politikleştirilme derecesinin yüksek olduğu spekturumda propaganda, hafif olduğu durumlar da ise metaforik izlenimler şeklinde ortaya çıkar.

Estetiğin politiği her zaman sadece bir görüşe karşı çıkmakla kalmaz, bunu yaparken kendi ideal ve istemlerini bilinçli yada bilinçsiz üretimlerine yerleştirir. Guernica estetiğinde Alman faşizminin politikalarına karşıyken, zamanında alternatif olabilecek, ismini aynı kesinlikle koyabileceğimiz başka bir politik gücün de yancılığını yapmaz. Bu yönden estetiğini hem politikleştirir hem de politikleştirmez. Ancak Nazilere köstek oluşunu barış harici neye destek olduğuyla açıklamadığından (buna sağ ve sol tüm akımlar dahil edilebilir), ima edilen politik ideoloji Nazi almanyasının sonunu getirebilecek tüm görüşleri aynı uzaklıkla içerir. Zaten Picasso’nun yanına işbirliği için gelen Sovyetler Birliği yada Amerikan gizli servisi üyeleriyle uzlaşamaması da bunu doğrular niteliktedir.

Rönesans

Politikanın estetiğine geçmeden önce birkaç örnek daha vermek yerinde olur. Politik ideolojinin estetik üretimlerde açıkça hüküm sürdüğü sanat eserleri tarihte kilise etkisini yaymak adına üretilen orta çağ tiyatrolarından (tinsel oyun/ morality plays), İsa’nın acılarının resmedilgini binlerce tabloya kadar uzanır. Hatta analizi daha zorda olsa tarihte insan var olduğu sürece böyle bir politik-estetik döngüsünden bahsedilebilir. Bu döngüye verilebilecek başka bir örnek kilisenin politik etkisini azaltma istencinin estetik üretimlerde gözlemlenebilir olmasıdır. Skolastik düşüncenin yıkılmak istenisiyle politik ideoloji insanı merkeze alan bir görüşe evrildiğinde (hümanizm) Rönesans’ın Caravaggioları ve Marloweları ortaya çıkar. Klasik dönem kiliseden politik ve ideolojik olarak uzaklaşmaya başladığından, estetik yönelimlerinde de daha sorgulayıcı, orta çağ ilmine eskisi kadar önem vermeyen, iki yüzlülüğün yahut buna tepki verircesine çıplak vücutların resmedildiği bir çağa adım atar. Bu dönemde estetik, politik açıdan en yüce olarak din adamlarını değil, insanı ve eski yunan ve roma nostaljikliğini benimser. Ressam Raphael’in Atena Okulu resminde, azizler, uçan melekler yada incil hikayeri yerine birçok antik dönem filozofu, bilim adamını ve matematikçiyi resmetmesinin sebebi tam olarak budur. Hatta kendini bile aralarına yerleştirdiğinden resmin eşdeğer yüceliğinden bile sözediyor diyebiliriz. Atena Okulu’nun estetiği, politik güç dengelerini değiştirme istencini yüceliğin yerini hristiyan mitlerinden hayali bir eğitim mabedine çevirmesiyle belli eder. Raphael aynı zamanda iki papa yanında çalışan biri olarak klişe aristokrasisinin de içinde yer alıyordu ve birçok dini resmede imzasını atmıştır. Yani klişe yada hristiyanlık karşıtıydı demek çok yanlış olur. Ancak politik bağlamda değerli gördüğü, Antik Çağ felsefesi gibi etkisini arttırmak isteği öğeleri, estetiksel biçimle on plana çıkarır. Bu politikayı izlerken, Antik Yunan’da takıntı biçiminde çokça karşılaşılan simetri, formsal mükemmeliyetçilik, tanrısal insan tasvirleri gibi pek çok estetik kategoriyi benimser ve uyarlar.

Aydınlanma Çağı

Daha yakın dönemlerden başka bir örnek düşünecek olursak, Fransa’nın romantizmi, Jean-Jacques Rousseau gibi düşünürlerle belli politikaları estetize etti diyebiliriz. Bu politikalar tepeden inme (baskın güç uzantısı) yerine, Picasso ve Raphael örneklerinde de olduğu gibi tepeyi dönüştürücü eyleminde (güç dengesini değiştirme) idi denilebilir. Fransız aristokrasinin yönetimde olan baskın söz hakkı Rousseau’yu rahatsız etmiş olacak ki, aristokrasiye atfettiği köşeli “aydınlanma” politikalarına eserlerinde karşı çıkmıştır. İnsanoğlunun yolsuzluğunu modenitenin ve endisturüleşmenin bir sonucu olarak görüp, yerine halktan insanlarında kendini yönetebileceği düşüncesini ve çocukça bir masumiyeti benimsememiz gerekliliğini vurgulamak istemiştir. Rousseau Toplum Sözleşmesi ve romantizmi ile ayrı ayrı daha çok anılsada, bu gibi politik ve estetik istençleri ayrı tutulamaz. Rousseau’nun estetik tasvirleri aynı zamanda onun politiğinide aynı sebeple açığa vurur. Örneğin, Pgymalion adlı bir tiyatro eseri ortaya koymuştur. Bu eser Antik Yunan’dan beri birçok kez uyarlanıp, her dönem ve sanatçıyla yeni çehreler edinmiştir. Oyun, Pgymalion adlı bir heykeltraşın yontuğu kadın heykeline aşık olup, bir yunan tanrısının Pgymalion’a sempati duyarak bu “mükemmel kadın” heykelini canlandırmasını konu alır. Ancak diğer versiyonlarindan farklı olarak, Rousseau’nun Pgymalion’nu tarihte ilk kez tanrısal bir parmak olmadan aşkını canlandırır. Rousseau’nun bu eseri insan oğlunun aradığı gücün tanrıda, otoriter devlette, yada maddiyatta değil, özgür iradelerinde ve içlerinde biyerde olduğunu söylemenin başka bir yöntemi olarak görülebilir. Hem sanatçı hem filozof oluşu estetiğinin politikasını aynı cümlelerle ifade etmese de diğer isimlere göre daha kolay ortaya koyar.

Estetik Eleştirisi

Tabi bunlar demek değil ki saydığımız isimlerin güç dengelerini değiştirme istencindeki politiklikleri sorunsuzdur. Gücün belli mercilerde azaltılması, başka mercilerde arttırılmasından geçer. Bu da herzaman hayal edildiği gibi esitçil sonuçlar yaratmayabilir. Üstün insanlar din adamıyken bilim adamı yapıldığında “üstün insan” düşüncesi aynı hatalı önergeyle, sanki bir canlı diğerinden üstünmüş gibi hayatına devam eder. Yada barış yanlışıyken faşist hegemonyaya karşı çıkılabilir ama andro ve antroposentrik ayrımcılıkları sürdürmeye devam edebilirler. Ata erkil, doğanın insanın kulu kölesi olduğu ve bazı insanların diğerlerinden üstün olduğu düşünceleri Avrupa estetiğinin Rönesans’dan beri tabanında yer alır. Keşifler ziyaret edilen yerlerin kültürlerini ve coğrafik özelliklerini anlamak için değil, onları evcilleştirip, sahip olmak ve sonrasında insanların (ama hepsinin değil), batının yararına ‘kullanmak’ için yapıldı. Bu bağlamda, politik değiştirici bileşkeler estetiklerinde her ne kadar aktif olsalar da, bazı yönlenlerden kördürler. Dönemlerinin politik düşünce şekilleri estetik vasıtasiyle kalıpların dışına çıktığında bile yeni kalıplar yaratır olarak görülmelidir, sorgulanmalıdır. Raphael başka bir hegemonik üstünlük önerir iken (medeniyetin sadece antik yunanda konumlandığı gibi), Picasso cinsiyetçi maçoyu oynabilir (Le Rêve resminde kadın suratına penis eklemesi gibi). Rousseau ise doğaya dönelim derken, doğa ananın hatrina değil, insanın faydacılığını farklı ama yine faydacı bir yöne doğrultma hedefi güdüyor olabilir. Pgymalion sonuçta özüne dönmeye çalışan bir gariban değil, tanrının yaratım ve kadının doğurma gücüne erişmiş üstün insandır. O artık doğanın efendisidir…

Maalesef bu üç örnek en az suçlu politikalarımızın bir parçasıdır. Bir ton yığının içerisinde bu eserler üretebildiklerimizin en iyilerinden sayılır. Bocaladıkları durumların yanında başardıkları da yadsınmamalı elbet. Asil sormamız gereken başyapıtlarda bile gözlemlenebilen politik sorunşallar, kimbilir günümüzün kullan-at kültür endisturusunde nasıl meşrulaştırılıyor? Günümüz estetiğinde ne gibi politik ideologiler destekleniyor veya karşı çıkılıyor? Dolayısıyla hem dönem hem sanatçı estetiğinin politikliği benzer bir izdüşümle günümüzde de gözlemlenelebilir.

Estetik ve Politik Kimlik

Buraya kadar okuduysanız, Türkiye nezninde, son zamanlarda sayılarında çokça artış görülen Osmanlı dizilerinin estetik öğelerinin hangi politik istençlere tekabül ettiğini az çok çıkarabilirsiniz: Osmanlı dizisi üretmeyi yanlış yapan herhangi bir durum bulunmadığı gibi neden bu yönlü taleplerin fazlalaştığı sorulmalıdır. Atlı padişahlı yeniçeriler, harem ve sultanlar, o dönemi romantisize eden fetih ve “kahramanlık” hikayeleri, kostümler, seçilenler oyuncular vs. bize estetik düzlemde bir siyasal bir kimlik yaratma ihtiyacını veriyor.

Kollektif kimlik birçok maddeyle birlikte düşünülebilir. Biz kimizin cevabı ise tanımlanırken her daim kendini vezir ötekini rezil eder. Örneğin, İngiltere vatandaşı bir insan, ben protestanım, bilmemne takımını tutuyorum, ingilizim, olarak kendini tanımladığı zaman arka planda karşıt tanımlamalar da yapar: ben katolik değilim, o takımı desteklemiyorum, Fransız değilim… Bu olmadığı her şey, ayrımcılığa sebebiyet verir. Sonuçta protestanken niye katolikleri desteklesin? Benzer bir şekilde İngilizim diyebilmesi içinde bir geçmişi olduğunu düşünmesi lazım yani Normandlar işgalini dedesi yapmadı ya, kendide görmedi ama onlar biziz diyor. Siz kimsiniz’e cevap verebilmesi için hayalinde okulda öğrendiği yada duyduğu tarih öğretilerini canlandırarak parçası olduğunu iddia ediyor. Oysaki onu parçası yapan tek durum aslında aralarında hiçbir kan bağı olmamasına rağmen yüzyıllar önce yaşamış insanlara bağlı olduğunu hayal etmesidir. (Bknz. Benedict Anderson’nin Hayali Cemiyetler kavramı). Ondan öncede başka insanlar benzeri şekillerde hayal kurdular. Aynı dili konuşmanın bağladığı bahanesiyle yaklaşarsak hiç bir dilin yüzyılı aşkın bir dönemde aynı kalamayacağını kabul etmek gerekir. Ki bir çok ingilizin eski Ingilizce okuyamadığı gibi Türkiye’de de eski Türkçe yada Osmanlı’ca da toplumda yaygın şekillerde bilinmez ve kullanılmaz.

Konuyu fazla dağıtmadan, romantize edilmiş Osmanlı dizilerine gelecek olursak, bu estetik yapımlar kimlik hayali ile geçmişe özlem duyuyor diyebiliriz. Bu özlemlerinde günümüzün benliklerini bir geçmişe göre tanımlama ihitiyacını yansıtıyor, yani aidiyatlık hissini yaratmak istiyorlar. Estetiklerini de bu yönde bir politikleşmeyle yani osmanlıcılık, islamcılık, ve milliyetçilikle harmanlıyorlar. Ancak bu kimlik ne tüm Anadolu halklarını içeriyor ne de Türklerin bilinen herhangi başka bir tarihini. Derin tarihsellikten uzak olmalarıyla beraber, nostaljik bir özenme durumu içerisinde oldukları aşikâr. Tabi bunun sadece gümüz türk dizilerine özgü bir durum olmadığını belirtmekte yarar var. Örneğin, Ankara’nın o meşhur Hitit heykelinin, dikilip, yıkılması, yeniden dikilmesi, şehrin sembolü ilan edilip sonra çıkarılması, yerine cami imgesinin seçilmesini de çok benzer politik bunalımlardan süregelmektedir. Heykel maddesel bir estetik öğe gibi gözükmesine karşın, sanatçısının öldürülmesine kadar giden politik ayrışmalar içerir. Heykeltraş burada bilinci bir şekilde radikal islamcılığa karşı çıkıyor olsun yada olmasın, eser islamiyet öncesi bir Anadolu medeniyeti olan Hititleri bu topraklarda yaşamış bir topluluk olarak ön plana çıkarır. Sorunsal burada, Osmanlı dizilerinde de bahsettiğim üzere ‘siyasal kimliği nereye konuçlandırmalı’ sorunsalıdır. Ve bu konuçlandırma sonucunda kimler ne gibi bir çıkar sağlar, güç dengeleri ne gibi değerler arasında gidip gelir, ve bunun sonuncunda elde edilecek güç ne için kullanılır, önemli sorular arasındadır. Çünkü estetiğin yaydığı politik istenç birinde Anadoluya meşrutiyeti ve islamcılığı yakıştırarak bunları kullanan insanların gücünü devam ettirmesine on ayak oluyor. Diğerinde ise dini islam olmasada olur diyen, ırkı da pek farketmeyen bir geçmiş düşüncesi vaadediyor, dolayısıyla gücü elinde tutanlara tehdit unsuru yaratıyor.

Örneklerde görüldüğü gibi estetiğin belli şekillerde politikleşmesi, toplumda değişime ve yeniliğe on ayak olabileceği gibi, birçok tehlikeyi ve ayrımcılığı da beraberinde getirebilir, yani pozitif yada negatiftir diyemeyiz. Ama kesinlikle diyebileceğimiz, toplum ve sanatçıların bazı güç öbeklerini ön plana çıkarmak, bazılarını susturmak istemeleri, tercihleri ve zevkleri bilinci olsun yada olmasın bize zamanın ruhunu, çıkarlarını, endişe ve umutlarını anlatır. Bunlara maruz kalan halkların birincil amacı ise hep güç dengelerinin nasıl etkilendiğini sormak olmalıdır.