Avrupa’da göçmenler seçimlerin ana konusunu oluşturmakta! Ali Şahverdi

HomeManşetAlmanya

Avrupa’da göçmenler seçimlerin ana konusunu oluşturmakta! Ali Şahverdi

Avrupa’da göçmenler seçimlerin ana konusunu oluşturmakta!

2024 Avrupa seçimleri için 27 Avrupa ülkesinde hazırlıklar başlarken, göçmenler konusu seçimlere damgasını vuracak gibi görülüyor.

Göçmen politikası gölgesinde Almanya’nın Bavyera ve Hessen Eyalet seçimleri yapıldı.

Almanya’da Bavyera ve Hessen Eyalet meclisi seçimlerinde toplumun temel sorunları olan konut sorunu, ekonomik kriz, ekoloji gibi konularda partilerin önermeleri seçim programlarında yer almış olsa da, en belirleyici konu göçmen girişini nasıl önleyebiliriz konusu oldu.

Avrupa göçmen düşmanlığına devam ediyor“ yazısında etraflıca Avrupa Birliği’nin yapmak istediklerini ele almıştık.

AB ülkeleri arasında yapılan görüşmeler sonrasında 28 Eylül 2023 Brüksel’de bir araya gelen 27 AB ülkesi içişleri bakanları, ortak mülteci politikası konusunda çoğunluk kararı aldı. Polonya ve Macaristan karşı oy, Avusturya, Slovenya ve Çek Cumhuriyeti çekimser oy kulandı.

Haziran ayında yapılan toplantıda AB sınır ülkelerinde kuracakları kamplara çocuklu ailelerin de alınması konusu ve mülteci kriz düzenlemesi hükümet ortağı Yeşillerin tepkisine yol açmıştı. Aylar süren tartışmalar sonunda Almanya’daki ırkçı hava gittikçe gerginleşmişti. Gerek ana muhalefet partisi CDU/CSU gerekse faşist parti AFD hükümeti zorlayarak Başbakan Olaf Scholz’u yetkisini kullanmaya çağırdılar.

Basbakan Scholz, AB içişleri bakanları toplantısından birkaç gün önce yetkisini kullandı ve dışişleri bakanı Annalena Beerbock ve içişleri bakanı Nancy Faeser’in anlaşmasını istedi. Son söz söylenmişti, Almanya anlaşmayı bloke etmeyecekti.

Kriz düzenlemesi çerçevesinde, eğer herhangi bir AB ülkesinde mülteci sayıçok olursa kurulacak cezaevlerini andıran kamplara kapatılacaklar ve 40 haftaya kadar kapalı tutalabilecekler. AB’ye sınır ülkelerinin güvenilir ülke olarak tanınması ve bu ülkelerle yapılacak anlaşmalar ile AB’ye girişlerin önlenmesi ve bu ülkeler ile geri alım anlaşmaları yapılması planlanmakta. AB sınırlarında olağan üstü önlemler alınarak girişlerin önlenmesi istenmekte.

6-7 Ekim’de Granada da bir araya gelen AB ve aday ülkelerinin başbakanları, içişleri bakanlarının hazırladığı AB mülteciler yasa tasarısını görüştü. Polonya başbakanı Mateusz Morawiecki „bu Brüksel’in ve Berlin’in bize dayatmasıdır (dikte etmesidir)„ yorumunda bulunurken, Macaristan başbakanı Viktor Orban ise Macaristan ve Polonya’yı kast ederek bu iki ülke „yasal olarak tecavüze uğramıştır“, bunun için „göç konusunda hiç bir anlaşma/müzakere zemini yoktur“ diyerek karşı çıktı.

İtalya başbakanı Meloni ise toplantı öncesinden başlayarak Akdeniz’de sivil kurtarma gemilerinin Almanya tarafından finanse edilmesini eleştirmişti, konuyu başbakanlar toplantısında da gündeme getirdi. SPD ve Yeşillerin önermesi ile 2026 yılına kadar yılda 2 milyon euronun sivil kurtarma gemilerine verilmesi kararına ilişkin, Olaf Scholz „bu öneriyi ben yapmadım“ diyerek karara mesafe koydu.

Haziran 2024 yılında yapılacak AB seçimlerine kadar hazırlanan ortak mülteciler yasasının AB parlamentosundan geçmesi hedefleniyor. Şu anda grubu bulunan sosyal demokratlar, yeşiller ve sol grubun parlamentoda nasıl bir karar verecekleri merak konusu. Bu üç grubun en azında önemli bir kısmının karşı çıkması bekleniyor.

Almanya hem AB kapsamında aylardır süren tartışmaların içerisinde, hem de içerde yoğun tartışmalara sahne olan bir gündemle karşı karşıya.

Hessen ve Bavyera’da Eyalet seçimlerinde federal hükümeti oluşturan SPD/Yeşiller ve FDP seçmenlerin, sarı ya da kırmızı kartı ile karşılaştı, oy kaybettiler.

AFD en çok oylarını yükselten parti olarak çıktı. İki Eyalet’de de eğer hükümet ortakları aynı biçimde yürüme konusunda anlaşırlarsa AFD ana muhalefet partisi olacak.

Bu iki eyalet’de yaşamakta olan göçmenlerin seçme ve seçilme hakkına sahip olmadıkları konusu kimse tarafından gündeme bile girmedi. Çünkü ana konu mülteci sayısını nasıl azaltabiliriz konusu oldu. Bir soru üzerine SPD başbakan adayı Nancy Faeser „ben, burada oturması olan, yıllardır burada çalışanların yerel seçim hakkına sahip olmalarından yanayım„ dediği için Bild gazetesi haberi, manşetten büyük puntolarla ‘Faeser, mültecilere seçim hakkı verecek’ olarak verdi.

Siyasi hava Almanya ve Avrupa’da zehirlenmiş durumda

En temel hak olan demokratik katılım hakkı istemek, bunun için bir kanal yaratma şansı bile yok edilmiş durumda. İki Eyalet’de (Bavyera’da 2,1 milyon kişi, Hessen’de 1,3 milyon kişi) alman vatandaşı olmadığı için seçme ve seçilme hakkından mahrum bırakıldı. Önümüzde 2024 Avrupa seçimleri olacak, 21,6 milyon kişi Avrupa birliği ülkesi vatandaşı olmadıkları için seçime katılamayacak. Bu haksızlık karşısında başta Avrupa demokratlarının/solunun ve Avrupa’da yaşamını sürdüren göçmenlerin kendi hakları için yeterli mücadele vermemelerinin büyük sorumluluğu var.

Bayern’de CSU tarihinin en düşük oyunu aldı. Bayern eyalet başbakanı Markus Söder seçim öncesinden başlayarak Özgür Seçmenler (Freie Wähler, FW) ile koalisyon yapacaklarını açıklamıştı. Seçim sonrasında da Özgür Seçmenler ile yola devam edecek gibi görülüyor.

FW başkanı Hubert Eiwanger 17 yaşında hitler hayranı olduğu ve yahudi düşmanlığı içeren bildirilerin çantasında bulunduğu için disiplin cezası aldığına ilişkin Süddeudtsche Zeitung’un yayınlaması üzerine yoğun tartışma yaşanmıştı ve Eiwanger özür dilemektense bunu kendisine karşı bir karalama kampanyası olduğumu söyleyerek seçim çalışmasında kullanmış ve oylarını artırmıştı.

Oylarını artıran FW ortaklık masasına daha güçlü oturarak bir bakanlık daha istemekte.

Bu durum aslında CSU’nun zararına olacak gibi görülüyor, çünkü 2024 de yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde FW de seçime katılacak ve bu tempo ile giderse CSU ile rekabet edecek. Ayrıca 2025 yılında yapılacak genel seçimlerde yeni seçim reformuna göre CSU sadece Bavyera Eyaleti ile sınırlı bir parti olduğu için yüzde 5 barajını aşamama tehlikesi ile karşı karşıya. Özgür Seçmenler, FW, Almanya çapında seçimlere katılacağı için Bayern eyaleti küçük hükümet ortağı olarak Bayern’i Berlin de temsil ederse CSU’nun şimdiye kadar oynadığı rolü çalabilir.

AFD’nin oylarını yükseltmesi, Hessen ve Bayern seçimlerinde ana muhalefet partisi durumuna gelmesi ve yapılan kamuoyu yoklamalarında doğu eyaletlerinde birinci parti olarak tahmin ediliyor olması, hükümet ortakları SPD/FDP/Yeşiller hükümetini ve ana muhalefet partisini telaşa sürükledi.

Başbakan Olaf Scholz ana muhalefete bir çağrıda bulunarak Almanya Pakt’ı (anlaşması) oluşturmaya çağırdı. Ana muhalefet partisi CDU’nun başkanı Friedrich Merz „mülteciler Almanya’ya gelip dişlerini yaptırırken almanlar dış doktorundan termin alamıyor“ diyerek, böyle bir şeyin olmadığını biliyor olmasına rağmen, popülist bir söylemle AFD’den oy çalabileceğini zannetmekte. Bayern eyalet başbakanı Markus Söder (CDU) bir önceki başkanı Merkel hükümetinin içişleri bakanı Horst Seehofer gibi, mülteci sayısına üst bir sınır koymalıyız açıklamasını yaparak tartışmaya katılıyor. Avrupa’ya ve Almanya’ya gelen ya da gelebilecek göçmenler üzerine oluşturulan gündeme her bir parti ya da politikacı dozu artırarak katılmakta.

1993 yılında iltica hakkını garantiye alan anayasanın 16. maddesinin değiştirilmesi konusunda CDU/CSU/FDP hükümetinin SPD ile yapılan ortak tavra atıfta bulunulmakta ve aynı ortaklıklar ile yasaların yeniden değiştirmesi istenmekte.

İçişleri bakanı Nancy Faeser göçmen politikasında sert yasa tasarısı hazırladı.

Mültecilere çalışma hakkı vermenin yanı sıra bir dizi sert önlemler öngörmekte:

Sınır dışı edilmesi öngörülenlerin gönderilmesi hızlandırılacak. Sınır dışı edilecek kişilerin gözaltına alınma süreleri uzatılacak, havaalanlarının transit bölümlerinde bugüne kadar 10 gün tutulabiliyorlardı, yetkililerin hazırlıkları rahatça tamamlayabilmeleri için tasarıya göre 28 güne çıkacak.

Suça bulaşmış kişiler, insan kaçakçıları, suç örgütlerine üye olanların tespiti halinde sındırışı edilmeleri kolaylaştırılacak. (Şimdiye kadar suç örgütü üyeliği, birey hakkında verilen mahkeme kararı ile mümkün oluyordu.)

İçişleri bakanı „Almanya’da kalma hakkı olmayan ülkemizi terk etmek zorunda „kuralların ciddi değişim ihtiyacı var“ diyor.

Gelen göçmenlerin hangi ülkeden geldiğini tespit etmek için polise özel yetki verilmekte. Mültecinin kaldığı evi ya da kamptaki odasını arayabilir, bilgisayarına telefonuna el koyabilecek. Ülkeye giriş ve kalma hakkı yasasını ihlal etmek sınır dışı gerekçesi sayılabilecek. Sınır dışı kararını mülteciye önceden bildirme zorunluluğu kaldırılacak.

Hangi ülkeden geldiğini bilinçli olarak saklayanların ilticası kabul edilmeyecek.

Hazırlanan tasarıya göre Fas, Tunus, Cezayir ve Hindistan güvenilir ülkeler listesine alınmak isteniyor.

İçişleri bakanı Faeser’in hazırladığı bu tasarı, bir yandan kamu oyunda hükümetin sert önlemler almak için ne kadar kararlı olduğunu sinyalini verirken diğer taraftan başbakan Olaf Scholz’un geçtiğimiz cuma günü (13.10.23) ana muhalefet lideri Friedrich Merz, Nordrein Westfalien eyalet başbakanı Hendrik Wüst (CDU), Hessen eyalet başbakanı Boris Rhein (CDU) ve Aşağı Saksonya eyalet başbakanı Stephan Weil (SPD) ile başbakanlık makamında bir araya gelmelerine ve yapılacak eyalet başbakanları toplantısına bir hazırlık olarak da yorumlanabilir.

1993 yılında benzer bir kampanya ile iltica yasasını değiştirenler daha da sertleştirmek için iktidar ile muhalefet birleşmiş durumda.

Hatırlamak için ne olmuştu 1993 yılında?

1990’lara gelindiğinde Sovyetler Birliği dağılmış, Balkan savaşı başlamış ve savaştan kaçıp Almanya’ya iltica başvurusu yapanların sayısı 1992 yılında 438.191 kişiyi bulmuştu. Şimdi olduğu gibi basın ve politikacılar, yerel yönetimlerin kapasitesinin dolduğunu daha ve fazlasını kaldıramayacaklarını dillendiriyorlardı. Bir taraftan da Hoyerswerda, Rostok-Lichtenhagen, Mannheim-Schönau, Möln ve Almanya’nın daha bir çok yerinde ırkçı-faşistler tarafından göçmenlere karşı kundaklama, saldırılar yaşanıyordu. Irkçı-faşist Parti DVU ve sonra Republikaner birçok eyalet parlamentolarına girmeyi başarmışlardı. Faşist saldırılara karşı yüzbinlerce insan protestolara katılıyordu.

CDU/CSU/FDP hükümeti iltica hakkını garantiye alan 16. maddeyi değiştirmek istiyordu fakat çoğunluğu sağlamak için SPD’nin oyuna ihtiyacı vardı.

İltica yasasının değiştirilmesi konusunda karar almak için SPD Aralık 1992’de olağanüstü parti kongresini yaparken, SPD’nin hükümetin öngördüğü yasaya ortak olmasını önlemek için, on binlerce insan kongrenin yapıldığı başkent Bonn sokaklarını doldurdu. Fakat, karşı çıkanlar olsa da çıkan karar 16. maddeyi değiştirme yönünde olmuştu.

26 Mayıs 1993 yılında Parlamentoya milletvekillerin girişini önlemek için 10 bin kişi parlamentoya giden caddeleri sivil itaatsizlik eylemi yaparak doldurdu. 250 milletvekili polis eskortu ile, 250 Milletvekili Rhein nehrinden gemi ile 130 milletvekili ise helikopterle parlamentoya ancak girebildiler. 521 evet 132 hayır oyu ile 16. madde değiştirilerek iltica hakkı kısıtlanmış oldu.

Parlamentonun bu kararından tam 72 saat sonra Solingen’de Türkiyelilerin oturduğu ev kundaklandı, beş kişi hayatını kaybetti.

DVU ve Republikaner bir süre sonra çözüldü ama bu potansiyel varlığını hep korudu.

Şimdi AFD’nin oylarını azaltmak ya da AFD’yi yok etmek için yeni güvenlik ve sert yasalar çıkartılmak isteniyor. Böylesi bir tutum AFD’yi sadece güçlendirmeye yarayacaktır. İnsanın, AFD Avrupa Birliğine de karşı, isterseniz onu da dağıtın diyesi geliyor.

Toplumun temel sorunlarına çözüm üretmekten aciz hükümetler böylelikle inandırıcılığını da kaybetmekte.

Sosyal demokratlar, ne sosyal ne de demokrat yanını bırakmış. Yeşillerin kırmızı çizgisi kalmamış durumda, Sol parti kendi iç sorunları ile meşgul, sokakta yüzbinler yok, kapitalizme karşı alternatif sunabilecek bir halk hareketi de olmayınca durum böyle olmaya mahkûm.

Son iki eyalet seçimlerinde görüldüğü gibi seçime katılan her 100 kişiden 60’ı sağ partilere oy veriyor.

Solun kendisine gelmesinin zamanı. Küçük olsun benim olsun anlayışından vazgeçip toplumu kucaklayan bir anlayışın ancak şansı olabilir.

 

Ali Şahverdi