Avrupa mülteci düşmanlığına devam ediyor.
“Göç etme hakkının sömürgeleştirmenin temeli olduğunu unutmamalıyız. Bu hak, Francisco de Vitoria tarafından 1539 yılında Salamanca Üniversitesi’nde verdiği “De İndis” derslerinde fetih için bir meşruiyet kaynağı olarak teorileştirilmiştir. Dört yüzyıl boyunca bu hak fetih, soygun ve sömürgeleştirme yoluyla kullanıldı. Yerlilerin direnişi karşısında de Vitoria savaş hukuku teorisini ortaya attı: bir hakkın kullanılmasına karşı direniş savaş hakkını gerektirir. Simetri tersine döndüğünde ve sömürdüğümüz halklar bu hakkı kullandığında, bu bir suç haline geldi. Bunun farkında olmalıyız: bu, tarihin ‘sistem suçlarından’ biridir.”
(Roma Üniversitesi Hukuk Felsefesi Profesörü Luigi Ferrajoli’nin bir konferansından bir pasaj)
Avrupa Birliği (AB) ortak bir mülteci politikası oluşturmayı hedefliyor.
8 Haziran 2023’de 27 Avrupa ülkesinin içişleri bakanları Lüksemburg’da bir araya geldi. Avrupa Birliği (AB) ortak bir mülteci politikası oluşturmayı hedefliyor. Yıllardır anlaşamadıkları konularda bu sefer anlaştılar. Toplantıda Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser (SPD), AB sınırını geçen mültecilerin girdikleri ülkede kayıt altına alınması ve parmak izlerinin bir veri tabanına kaydedilmesi gerektiğini savundu, bu durumda Dublin- anlaşmasına göre, başka bir AB ülkesine geçtiklerinde, mülteciler başlangıçta başvurdukları ülkeye geri gönderilebilecekler. Almanya’nın Avrupa‘nın ortasında olması nedeniyle mültecilerin Almanya‘ya girişi engellenmiş olacaktır. En fazla etkilenen ülkeler ise İtalya ve Yunanistan olacak.
Mültecilerin üç ay boyunca AB sınır devletleri tarafından kurulan kamplarda (cezaevleri gibi) barınması ve sığınmacıların gerekçelerinin sığınma talebinde bulunmaya yetmemesi durumunda sınır kamplarından geri gönderilmesi de öneriler arasında yer alıyor. Faeser, aileler ve 18 yaş altı çocuklar için muafiyet istedi ancak teklif kabul edilmedi. AB sınır ülkelerinde ilticası kabul edilenler Avrupa’nın diğer ülkelerine nüfusu göz önünde bulundurularak dağılıma uğrayacaklar. Her AB ülkesi bu dağılımda payına düşeni almak durumunda. Almayanlar her alması öngörülen mülteci başına 20 bin € ödeyecek biçiminde çoğunluk kararı olarak onaylansa da Polanya ve Macaristan „biz ne mülteci alırız nede para öderiz“ diyerek karşı çıktılar.
AB ülkeleri daha sonra içişleri bakanları tarafından hazırlanan anlaşmayı müzakere etmek için başbakanlar düzeyinde bir araya geldi ve benzer biçimde sonuçlandı.
Avrupa ülkelerinden hiçbiri bu anlaşma insan haklarını ihlal ediyor diye karşı çıkmadı.
Zaman daralıyor 2024 baharında Avrupa Parlamentosu seçimleri yapılacak. Ortak mülteci yasasını engelleyen ülkeleri seçimden önce ikna ederek yasayı çıkarmayı umuyorlar. Ayrıca faşist partilerin göçmen düşmanlığı nedeniyle AB ülkelerinde ve AB seçimlerinde oy alması iktidarda olan partilerin iştahını kabartıyor.
Avrupa kale duvarları örüyor …
Tel örgü, duvar dahil AB’ye girişi önlemek için ne gerekiyorsa yapılacak. Polonya, Belarus (Beyaz Rusya) sınırına 186 km. uzunluğunda 5 buçuk metre yüksekliğinde çelikten duvar örmüş durumda. Bulgaristan Türkiye sınırını 270 km. uzunluğunda 3 metre yüksekliğinde tel örgülerle çevirmekte. Litvanya Belarus sınırına bariyer planlamakta ve daha başkaları …
Akdeniz ve Avrupa’ya kıyısı olan ülkeler güvenilir ilan ediliyor ve yeni anlaşmalar ile bu ülkeler kapıcı görevi üstleniyorlar.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ve Hollanda Başbakanı Mark Rutte, Tunus Devlet Başkanı Kais Saied ile göçmenlik anlaşmasını ve ekonomik iş birliği anlaşmalarını imzalamak için geçtiğimiz günlerde (16.07.23) Tunus’a uçtular. Hem Von der Leyen hem de Meloni, Saied’i yeni bir rol üstlenmeye ikna etmek için daha önce birkaç kez Tunus’a gitmişlerdi.
Yıllardır ekonomik kriz yaşayan Tunus`un IMF’ye 1,74 milyar kredi başvurusu, IMF’nin „devlet kurumlarındaki yığılmayı azaltması ve gıda sübvansiyonunun kaldırılması“ talebine, Cumhurbaşkanı Saied`in „bu yabacıların bize dayatmasıdır“ diyerek istenen reformları yerine getirmek istememesi sonucu kredi başvurusu ret edilmişti.
AB delegasyonu bu sıkışık durumda Saied’in yardımına kavuştu. Kais Saied’i 900 milyon dolarlık genel kredi, 105 milyon dolarlık reform yardımı ve sınır güvenliğini artırmak için 105 milyon dolarlık bir yardım paketini içeren anlaşmayı imzalamaya ikna ettiler. Anlaşmaya göre, Tunus üzerinden Avrupa`ya geçen, sığınma başvurusu reddedilen göçmenleri ve AB sınırları içinde suç işleyen Tunus vatandaşlarını geri alacak. Tunus üzerinden Avrupa’ya geçmek isteyen göçmenleri durdurma görevini üstlenecek.
Tam bu anlaşma imzalandığı günlerde Tunus sahil şehri Sfax da orta Afrika’dan Tunus’a gelmiş siyah insanlara karşı sahil güvenliğinin avlanmaya çıktığını, bir gurup mülteciyi ırkçı söylemlerle Libya sahil şeridine Ras Jadırın Şah`a doğru kovaladıkları iki kişinin hayatını kaybettiği basına haber olarak düştü. Tunus-Cezayir sınırında durumun daha vahim olduğu belirtiliyor. Cezayir üzerinden Tunus’a geçmek isteyen 250 göçmenin 45 derce sıcakta aç ve susuz çöle doğru zorla gönderildikleri ve 15 kişinin ölü olarak bulunduğu bildirilmekte.
Bunlar sadece bir hafta içinde elimize geçebilen haberler. Tunus’daki ırkçılığı protesto etmek için yüzlerce Tunuslu anlaşmadan bir gün önce başkent`de gösteri yaptılar. Göstericiler „AB ile yapılan bu anlaşma ile Tunus şimdiye kadarki sınır polisi görevinden gardiyanlığa terfi etmiştir “ yorumunu yapmaktadırlar.
Önce Türkiye ile ve şimdi Tunus ile yapılan anlaşmanın benzerini Avrupa`ya sınır olan bütün ülkelerle yapacakları bekleniyor.
****
Avrupa tatil sezonuna girdi. Tatilcilerin büyük bir kısmı tatillerini Akdeniz sahillerinde geçirecek. Bir insanlık dramı yaşanıyor. 2014 yılından bu yana (9 yıl), bu uçsuz bucaksız deniz 27.000 kişiye mezar oldu, binlerce insan kayıp durumda. Avrupalılar bu haberden duydukları üzüntüye rağmen günlük hayatlarına devam etmekte ve sınırlı bir duyarlı kesim dışında, ölenler çoğunluğun gündemini işgal etmemekte.
Bu yılın başından temmuz ayı sonuna kadar 78.486 kişi Avrupa kıyılarını tekneyle geçerek hayatlarını riske attı. UNICEF’e göre bunların 11.600’u çocuktu.
Birleşmiş milletler mülteci komiserliğinin yaptığı açıklamaya göre şu anda dünyada 110 milyon insan doğduğu yeri terk etmiş, 350 milyon insanın yaşam koşullarının olmadığı şartlarda olduğunu bildiriyor.
Emperyalist-kapitalist ülkeler üretim araç ve amaçları ile eskiden kölecilik sömürü ile günümüzde post-küresel ve neo-liberal sömürü sistemi ile Afrika`yı ve dünyanın bir çok ülkesini yaşanabilir olmaktan çıkarmış durumda.
Gerek iç savaşlar, siyasi baskılar, gerekse doğal felaketler, kuraklık, işsizlik gibi sebeplerle insanlar doğduğu yeri terk etmekte. Ölümü göze alarak yollara düşmekte. Göç sebepleri ortadan kaldırılmadığı sürece daha fazla insanın yollara düşeceği yıllardır bilinen bir gerçek.
Doğduğu yeri terk etmek zorunda kalanların önemli bir kısmı ancak kendilerine komşu olan ülkelere kadar ulaşabilmekte. Avrupa ülkelerine ulaşabilenlerin sayısı da o kadar abartıldığı gibi değil.
Düzenli ve düzensiz ya da (kaçak göç) diye yapılan ayırım bireysel iltica hakkına karşı olan bir yaklaşımdır.
Ülkesini terk etmek zorunda olan insanların yasal yollarla gelmeleri zaten mümkün olmadığına göre, bu türden söylemler meseleye güvenlik açısından bakışın ürünüdür.
Dünya`yı talan eden kapitalist ülkelerin insan hakları ölçüleri kendi çıkarlarına göre değişiyor. Mültecilere örülen duvarların arkasında kalanların hangi şartlar altında oldukları ya da ölümleri ilgilendirmiyor.
Yeter ki Avrupa’ya gelmesinler anlayışı Avrupa ülkelerinin ortak düşüncesi.
Ali Şahverdi