YASA VE İNSANLIK ONURU / 1973 Ford Grevleri: Bir İnceleme – Duygu Kaya

HomeManşetMakaleler

YASA VE İNSANLIK ONURU / 1973 Ford Grevleri: Bir İnceleme – Duygu Kaya

Ford grevinin 50. yıl dönümünde Duygu Kaya’nın kalame aldığı analizi sayfamızda paylaşıyoruz. Kendisine teşekür ederiz.

Bu yazının almancası 24 Ağustos 2023 tarihinde Junge Welt gazetesinde yayınlandı:

Wilde Streiks: Recht und Würde, Tageszeitung junge Welt, 24.08.2023

Duvaryazisi.org

———————————————————————————————————————————————————–

YASA VE İNSANLIK ONURU


1973 Ford Grevleri: Bir İnceleme


Duygu Kaya

Wirtschaftwunderi yıllarında işgücü yetiştiremeyen Almanya çareyi İtalya, Yunanistan, Polonya ve 1961 itibariyle Türkiye’den Gastarbeiterii getirmekte bulur. Ancak ne pahasına? Krizin kendisinin Almanya için bir varoluş, bir kimliğe dönüşmesi pahasına: Radikal bir toplumsal yüzleşme yerine eskinin dehşet dolu pratiklerine, bu pratiklere yalnızca yeteri dozda insani olan maskeler giydirerek yeniden başvurmak pahasına. Almanya’ya işçi olarak gelmek isteyen insanların, irtibat bürolarındaki video görüntülerine bakıldığında her şey daha anlaşılır olacaktır: İp gibi dizilmiş, üzerlerinde yalnızca iç çamaşırları bulunan erkekler ellerini uzatmış ve tıbbi bir yeterlilik incelemesinden geçiriliyorlardır. Bu dehumanizasyoniii görüntüleri ne yazık ki toplumsal belleklerimizde yerini sarsılmaz bir şekilde alacaktır. İkinci Dünya Savaşı’nda yaşananları unutmamak için anayasasının ilk maddesini insanlık onurunun dokunulmazlığına adayan Almanya, göçmen işçilerin onurunu göreceleştirecek ve içine düştüğü korkunç ilkesel çürümeyi hükümetler arası anlaşmalar yoluyla meşrulaştıracaktır. 1973’teki grevleri hazırlayan bu zemin göçmen hayatlarından onurun devlet eliyle çıkarılması şartıyla mümkün olacaktır.

Hegemonyanın inşası yolunda Almanya’nın önündeki en büyük engellerden biri sıfır noktasına gerileyen ulusal kimliğinin güçlenmesi için ihtiyaç duyduğu yeni Öteki’nin yokluğudur. Yahudileri, Romanları, eşcinselleri, komünistleri, anarşistleri bu anlamda çoktan tüketmiş olan Almanya’nın imdadına işgücü ihtiyacı koşar. Gastarbeiter Almanya’ya yalnızca bedeninden ve iş gücünden faydalanılmak üzere getirtilmez. Aynı zamanda yeni kimliğinin inşası için elzemdir. Fabrika bantlarının en insanlık dışı şartlarında çalışacak, sokakları süpürecek bu bedenler kamusal alanın en kritik noktalarında adeta sergiye çıkarılırlar. Böylelikle egemenin bakışı kendine seyirlik bir haz ve doyum nesnesi yaratmış olur. Kendi konumunun konfor ve ayrıcalığını Öteki’nin katlanmak zorunda kaldığı korkunç şartlara bakarak tekrar tekrar tesis eder.

Bakışın hazzı, Öteki’nin sivil topluma dahil edilmemesi koşuluyla garanti altına alınır. Dil bilmeyen, oy kullanamayan, bio-Almanlardan aleni bir biçimde çok daha az maaş alan fakat daha çok sömürülen göçmen işçiler kapitalizmin emperyalist doğasının toplumdaki izdüşümüdür: “Unsere Türken bauen hervorragende deutsche Autos: Ohne Gastarbeiter in der Drecklinie stehen die Fließbänder still.”iv (Bild gazetesi) Dehumnizasyon bir sahiplik sıfatıyla meşrulaştırılır: unsere Türken; bizim Türkler.

Zaten misafir oldukları için onlar sivil toplum denklemine de girmezler. Gast (misafir) sözcüğüyle Almanya gerçekten mucizeler yaratabildi. Sözde entegrasyon masalı da yine göçmen işçileri bir adım daha beceriksiz göstermek adına ortaya atılır: Bir odada aynı memleketten gelseler de birbirine yabancı altı kişi aynı dili konuşur; Almancaya gerek yoktur. Üretim bandında yalnızca yine memleketlileri vardır; Almancaya gerek yoktur. Ustabaşının ağzından çıkan du musst, ihr müsstv onlar için gerçekliklerinin vücut bulduğu yegâne kelimedir. Mutlak toplumsal izolasyon.

Es wurden Arbeiter gerufen, doch kamen die Menschen anvi. Bu ifade kulağa çok acı gelse de yüklendiği anlamdan daha ağırdır. Aslında işçi de değildir çağrılan, düpedüz modern köleler talep etmiştir Almanya. Sınıf bilincinin hala canlı olduğu 60’lı 70’li yıllarda işçi kelimesi bir aidiyeti, bir hak talebini, bir mücadeleyi mecbur kılar. O nedenle grevler her şeyden önce göçmenlerin işçi kimliğini sahiplenmesi anlamına da gelir. Payına düşene zorunlu olarak evet diyebilmesi için önüne Gast- eklenerek kölelikle aynı koşullara mahkûm edilen işçilerin, kapıları aşarak kendi Almanyaları ile Almanya arasındaki sınırları kaldırma hamlesidir grevler. Entgastifizierung!vii Entegrasyonun en alasıdır.

Arkadaşlar, Streik geht weiter!

Baha Targün, 1969’da Almanya’ya öğrenci olarak gelir. Çevirmenlik yapar. Almancasının ileri derecede olması, henüz Ford’da çalışmaya başlayalı çok uzun süre olmamışken onu grevin önderi haline getirir. Enflasyonun %8’i bulduğu, benzin krizinin yaşandığı, maaşların eridiği bir ekonomik atmosferde Mart 1973 itibariyle seksene yakın işçi greviviii (Alm. wilder Streik) gerçekleşir ancak Ford’da yaşananlar tarihi değer anlamında pek çok nedenden ötürü öne çıkar. Targün gibi iyi Almanca bilen biri olmasaydı grev yine gerçekleşir miydi sorusu dilin nasıl da tetikleyici bir unsur olduğuna yeniden değinmeyi gerekli kılar. Dil bilmemekle suçlanan göçmen işçilerin dil bilmesi zaten sistemin arzuladığı bir durum değildir. Sessiz yığınların sessiz ve yığın halinde kalabilmesinin temel koşulu dilsizleştirilmeleridir: “vahşi” kalmalarıdır. Aksi takdirde kapitalizmin emperyalist karakteri zayıflar.

İzinden geç döndükleri gerekçesiyle Türkiyeli 300 işçinin işten atılması 1973 yazında Köln-Ford’da fitili ateşler. Anonimleştirilen bir kitleyi politik anlamda harekete geçirecek en etkili eylem onlara bu yaşanan benim de başıma gelebilir hissini tattırmaktır. Sistem bu açığını öngörememiştir. Hiçleştirmeye çalıştığı kitle herkesleşmiştir. Arkadaşlarının yokluğunda zaten ağır olan çalışma koşulları onların yerine de çalışmak zorunda kaldıkları için iyice ağırlaşan işçiler, patronların arzuladığı gibi arkadaşlarına düşman kesilmek yerine, bu arzuyu boşa düşürürler ve politize olurlar. Politizasyon süreci göçmen işçiler için yolculuklarının başındaki çıplak muayenede ellerinden alınan onuru sahiplenme mücadelesine dönüşür.

24 Ağustos 1973’te, çoğu göçmen (çoğunlukla Türkiye, İtalya, Yunanistan ve Yugoslavya’dan) yaklaşık 10.000 işçi greve gitmeye karar verir. İşten atılan arkadaşlarının işe iadesi, saat başına bir Mark daha fazla ücret, montaj hattının hızının azaltılması, yıllık tatilin altı haftaya çıkarılması ve alt ücret gruplarının kaldırılması gibi taleplerde bulunurlar. Forumlar düzenleyip her kararı tartışarak kolektif bir biçimde alırlar ve grevi beş günlük bir politik okula çevirirler.

Alman işçilerin büyük çoğunluğu greve katılmaz. Ustabaşılar ve amirler, kıdemli işçiler, Belçika’dan getirilen grev kırıcılar ve sivil polisler grevi kırmak için güçlerini birleştirmişlerdir. Aralarında işyeri temsilcilerinin de bulunduğu 300’e yakın grev kırıcı kavga çıkarınca polis derhal müdahale eder ve grevin “elebaşlarını” tutuklar. Bunu, greve katılanlara yönelik, bazıları ağır olmak üzere yüzlerce işçinin yaralandığı geniş çaplı bir işçi avı takip eder. Polis, Türkiyeli işçilere hoparlörden Türkçe olarak fabrika binasını derhal terk etmeleri, aksi takdirde sınır dışı edilecekleri çağrısında bulunur. Greve aynı zamanda fabrika işgalinin de eşlik etmesi sermayenin derinden titremesine neden olmuştur. Çünkü işgal edilen yalnızca fabrika değildir. Paylarına düşen sessizliği, yalnızca bir bedene indirgendikleri görünmezliği de işgal ederler. Satılmış sendika diye slogan atmalarına neden olan IG-Metall’in yokluğunu işgal ederler.

Grevin altıncı günde şiddetle sona ermesinden bir gün sonra, işyeri konseyiix müzakerelerin sonuçlarını açıklar. Ford bir kereye mahsus 280 Alman Markı ödemeyi, 13. ay maaşını biraz yükseltmeyi, grev günleri için ödeme yapmayı ve 300 meslektaşının işten çıkarılmasını “tek tek” ele almayı kabul eder. Ancak son nokta sadece işten çıkarmaları gerekçelendirebilmek adına bir hamledir. Bunun dışında sonuçlar tamamen Alman işçilere göre hazırlanmıştır. Uzun ve programlanması zor Türkiye seyahati için yıllık iznin uzatılması ise dikkate dahi alınmamıştır.

Ford’daki grev sessizliği bozmuştur artık. Misafir işçiler görünür hale gelirken sendika ve Ford’un iş birliği de ortaya çıkar. Sendika için bu grev komünistlerin içeri sızması sonucu politik ve yasadışı bir grevdir. İşyeri konseyi de grevin ardından fabrikanın tasfiye edilmesine karşı çıkmaz. Yüzden fazla işçi greve katıldıkları için işten atılır. Altı yüzden fazla işçi “gönüllü” olarak istifa eder. Baha Targün grevin lideri olarak tutuklanır ve daha önceki günlerde çalışanlarının kendisini alenen “devlet düşmanı” olarak nitelendirdiği Türk Büyükelçiliği’ne teslim edilir.

IG Metall grevi tam anlamıyla yasal olmadığı gerekçesiyle reddeder. O dönemde Ford’daki IG Metall işyeri temsilcileri komitesinin başkanı olan Wilfried Kuckelkorn grevin taleplerini haklı bulsa da grevi yasadışı olduğu gerekçesiyle kınamaktan da geri kalmaz. Devlete tam anlamıyla sadık olan DGB sendikası, bu işçi direnişini bir nevi sahipsiz bırakır. Aslında bu bir çelişki teşkil etmemektedir; meşruiyetini işçilerden değil, grevleri toplu sözleşmeye indirgeyen yasalardan alan DGB sendikalarının son 30 yılda üyelerinin yaklaşık yarısını kaybetmiş olması hiç de şaşırtıcı değildir.

Alman Grev Yasasının geçmişine kısaca bakmakta fayda var:


28-29 Mayıs 1952’deki gazete grevi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki ilk politik grevdir. Bu grevin ardından medya patronlarının, zararlarını karşılamak talebiyle mahkemeye gitmesiyle Almanya’nın Avrupa’nın ortasında en kısıtlayıcı grev kanununa sahip olmasının adımları atılır. Dönemin Federal İş Mahkemesi başkanı da olan Hans Carl Nipperdey isimli eski Nazi yargıcının uzman görüşüne başvuran mahkeme, politik grevleri ve sendika temsiliyeti olmayan işçi grevlerini yasaklar. Grevler yalnızca ve yalnızca toplu sözleşme düzenlemeleri için ve sadece sendikaların çağrısıyla yapılacaktır. Bu kısaca yalnızca fazla ücret için greve çıkılabileceği anlamına gelmektedir. Grevlerin dönüştürücü gücüne sendikalardan daha çok vakıf olmuş gibi görünen mahkemenin kararı işçilerin öz örgütlenme pratiklerini baltalar, iş bırakmanın kapitale karşı en etkili silah olma özelliğini
evcilleştirir ve işçi sınıfının sendikalar üzerinden kurumsallaştırılmasına neden olur. Bu yapının koruyucu unsuru olarak DGB’nin olası devrimci karakteri de mahkemece ipotek altına alınır ve DGB bir monopole dönüştürülür.

Dolayısıyla Ford grevleri esnasında IG-Metall’in tavrı varlığına bir çelişki oluşturmaz: Bu grev illegaldir. Aynı söylem kendini bu kez Verdi Sendikası sekreteri Andreas Splanemann’ın ağzından 2021 Gorillas grevlerinde tekrar edecektir.

Gastarbeiter 2.0

1973 Ford ve 2021 Gorillas grevlerinin ortak pek çok özelliğinden biri her ikisinin de bu yasaktan ve bu yasakçı dil ile birlikte yalnızlaştırılmaktan, kriminalize edilmekten payını almış olmalarıdır. Aradan geçen yaklaşık elli yıllık sürede görünürde çok şey değişmiş gibi görünse de – koca Berlin Duvarı yıkılmıştır örneğin- tarihin tekerrürü bizi değişmeden kalmış olana bakmaya zorlar.

Yaşamı saran kumaş göçmenlerin ayağının altında daha da incelmektedir ve daha kolay delinmektedir. Yalnızca insan olmanın bile yeterince sancılı olduğu varoluş halinde, ev krizi, oturum anksiyetesi, dil bariyeri, aidiyet eksikliği vb. zorluklar göçmenlerin yükünü daha ağır hale getirirken yaşamlarını da daha yoksul ve yoksunlaştırır. Aradan geçen onlarca yıl içinde Almanya dersine iyi çalışmış ve daha uyumlu bir Gastarbeiter toplumu elde etmeyi başarmıştır ya da başka bir deyişle Almanya Täuschungx konusunda öyle ustalaşmıştır ki ent-Täuschungxi sözde özgürlükler adına ertelenmektedir.

Yıllarca fabrikada çalışıp ailelerini de Almanya’ya getiren ve misafirliği reddedip kalmayı tercih eden (ya da ilerleyen yaşları sebebiyle ülkelerine döndüklerinde iş bulamama gerçeği sebebiyle kalmak zorunda kalan desek daha doğru olur) ilk kuşak işgücü-Gastarbeiter’dan farklı olarak yeni kuşak diversityxii-Gastarbeiter ailesiz bir toplumdur, örneğin. Araya postmodernizm gibi sivil toplumun parçalarına ayrılarak kimliklere bölündüğü, sınıfın ve beraberinde sınıf bilincinin neredeyse ortadan kalktığı, fabrikaların yerini dark-store’lara bıraktığı, iş yeri kavramının dijitalize olup mekânsızlaştığı koca bir yeni dönem girmiştir. Aile terk edilen ülkede bırakılmıştır: yaşasın ben!

Gastarbeiter 2.0 Almanya’yı kalkındırmak ve Almanların istemediği işleri yapmak için değil hayat tarzı değişikliği için buradadır, en azından o öyle sanır: okula gider, kulüplere gider, seyahat eder, ülkesindeki siyasi baskıdan kaçar, cinsel kimliğini bulur. He bir de ev temizliğine gider. Kapı kapı dolaşıp yemek ve kumanya teslim eder. Bisikletlerin tepesinde tüm şehri baştan aşağı gezer de yine de kimselere yük olmaz; kimselere görünmez. Almanca bilmediği için yalnızca devlet kurumları ve süpermarket çalışanları tarafından aşağılanır. Konfor alanında şahane İngilizce, Fransızca, İspanyolca konuşur örneğin. Almanlarla aktivite düzeyinde arkadaş olur çünkü yıkılan duvar bir anda havaya karışmamıştır; bedenlerin etrafını görünmez bir biçimde sarmalamıştır. Yakınlaştıkça hissedersiniz. Sivil toplum tek tek bireylere indirgenmiş, entegrasyon yine ertelenmiştir. Artık benim Almanya’m ve senin Almanya’n yoktur: bizim atomize edilmiş Almanyalarımız vardır.

Gastbeiter 2.0 altı kişiyle bir odada sıkışıp kalmaz, iki üç ayda bir oda değiştirir. Eşyası da yoktur böylece. Bağlanmayı sevmez. İşçi değildir o. Öğretmendir, doktordur, mühendistir … Almanca yeterlilik sınavını verene kadar geçici işlerde çalışır sadece. Süpermarket ve devlet dairesi çalışanlarıyla yavaş yavaş geliştirdiği Almancası bir gün muhakkak çoktan niteliklerini yitirdiği mesleğine geri dönmesini sağlayacak yetkinliğe erişecektir. O zamana kadar geçici işlerde Probezeitxiii atlatma oyununu oynamaya devam edebilir. Aynı iş yerinde uzun yıllar kalması çoğunlukla mümkün olmadığı için, -artık kapital değil yatırımcının parası vardır ve start-up bir anda açılıp bir anda kapanabilir-, sendika üyesi olmak gözüne çok mantıklı görünmez. Sendikanın da aman gel benim üyem ol diye onun peşine düştüğü yoktur zaten. Nasılsa birkaç yıl içinde gidecektir. Ya da working holiday vizesiyle gelmişse, sadece altı aylığına ucuz iş gücü olup bir de üstüne tatil yapacaktır. Örgütlenmesine gerek yoktur!

Bu oldukça vahşi hayat tarzının içinde, Gastarbeiter 2.0 yine de greve çıkabilmiştir. Çünkü ne kadar apolitize edilirse edilsin, insanlık onuru tehdit edildiğinde ona sahip çıkacak cesarete sahiptir. Ancak buna yeltendiği anda Ford sahiplerinin zamanında işçilere gönderdiği türden bir mektup alır o da. “Sevgili çalışanlarımız, bazı sol radikal grupların iş yerimizde yaratmaya çalıştığı kargaşa ….” İşte gerçek böylelikle kendini dayatır illüzyonun kumaşını yırtarak. Elli yıl geçse de aradan status quo’yu tehdit ettiği müddetçe radikal soldur! Bu da gurur duyulası gereken bir şeydir.

Benim de örgütleyenlerinden biri olduğum Gorillas grevleri geride özellikle göçmen ve güvencesiz işçilerin önünde hortlayıp duran Alman grev yasasıyla ilgili nasıl bir tutum alınmalı sorusunu yeniden gündeme getirmiştir. İki meslektaşlarım ve ben Gorillas’ı dava edip hiçbir grevin ve dolayısıyla hiçbir işçinin yasadışı olmadığı kapsayıcı bir grev yasası için mücadele ediyoruz. Birimiz Meksikalı, diğerimiz Hindistanlı ve ben de Türkiyeliyim. Görüyorsunuz ya göçmenlerin Almanya için yapmadığı iş kalmadı böylelikle.

Bir grup yargıcın inisiyatifi olan grev yasasının değişmesi için cesaret gösterecek bir yargıca ihtiyacımız var. Fakat o yargıç bile da çok iyi biliyor ki pratik sorular pratik cevaplarla çözülür. Ford’dan Gorillas’a uzanan süreç bir tarihi parça. Fakat bundan sonraki sürecin sadece tarih değil bir gerçeklik olması için şu kampanyayı imzala diye bir link paylaşmayacağım sizinle. Grevin elinden alınan meşruiyetinin iade edilmesi bizlerin politik, wild, spontan… adına ne dersek diyelim, greve çıkmamızla mümkün. İş bir ödev değil, kapitale karşı kullanılacak yegâne güçtür. Gücüne sahip çık çünkü grev hakkı bir insan hakkıdır.

Duygu Kaya

iEkonomik mucize: II. Dünya savaşından sonra Almanya’nın ekonomik olarak kalkındığı dönem

iiMisafir işçi

iiiİnsansızlaştırma

ivBil gazetesi: ‘Türklerimiz şahane alman arabaları üretiyorlar. Kirli bantlarda misafir işçiler olmasa fabrika bantları durur.’

vYapmalısın/yapmalısınız

viİşçiler talep edildi, fakat inslar geldi.

vii Kelime oyunu: misafirlikten kurtulma

viii Türkçesini işçi grevi şeklinde kullanmayı uygun buldum. Almanca wilder Streik sendika temsiliyeti olmadan işçilerin öz-örgütledikleri grev eylemliliğini temsil eder. Wild vahşi anlamına gelmektedir.

ix Alm. Betriebsrat

x İllüzyon

xi İllüzyonun ortadan kalkması, hayal kırıklığı

xii Çeşitlilik

xiii Altı aylık yasal deneme süreci