Seçtiklerimiz: Migrantifa Berlin ‘Hanau’dan iki sene sonra/ Zwei Jahre nach Hanau’

HomeManşet

Seçtiklerimiz: Migrantifa Berlin ‘Hanau’dan iki sene sonra/ Zwei Jahre nach Hanau’

Hanau’u anma konusunda Migrantifa Berlin’in ‚Hanau’dan iki sene sonra’ başlıklı yazısını okumayı tavsiye ederiz. Lower Class Magazine’de almanca çıkan bu yazıyı Migrantifa’nin onayını alarak türkçeye çevirip seçtiklerimiz sayfasında yayınlıyoruz.

 – Auf Deutsch unten –

———————————————————————————————————————————–

Migrantifa Berlin: Hanau’dan iki sene sonra

İki yıl önce, 19 Şubat 2020’de Vili Viorel Păun, Said Nesar Hashemi, Gökhan Gültekin, Mercedes Kierpacz, Hamza Kurtović, Fatih Saraçoğlu, Ferhat Ünvar, Kaloyan Velkov ve Sedat Gürbüz bir ırkçı tarafından öldürüldüler. O zamandan beri iki uzun yıl geçti. Şimdi, 19 Şubat 2022’e az kala, medya yeniden taziye ifadeleriyle dolu ve daha fazla hoşgörü ve “çeşitlilik” çağrısı yapılıyor. Irkçılığa karşı olmak artık ana akımın parçası oldu. Irkçılığa karşı mücadele veren hareketlerin de bu gelişmede payları var. Ama bu aynı zamanda hem bir lanet hem de bir nimettir. Artık daha dikkatli olma zamanı.

Hanau’dan iki sene sonra ne gelişti?

3 Aralık’tan bu yana Hessen eyalet parlamentosundaki soruşturma komisyonu 19 Şubat olayı ile ilgili toplanıyor. Komisyondan cinayetin aydınlatılması ve açık kalan birçok soruya yanıt bulunması bekleniyor. Failin silah ruhsatına, acil çağrı numarasına kimsenin çıkmamasına, cinayetin işlendiği ikinci mekanda acil çıkış kapısının kilitli olmasına, failin evindeki aydınlatılmamış durumlara, suç gecesi ve sonrasında yakınlara saygısız davranılmasına veya failin babasının oynadığı role ilişkin sorular gündemde. Soruşturma komisyonun kurulması ve aydınlatma süreci, ancak yakınların ve destekçilerinin mücadelesi ile sağlandı.

Şimdiye kadar sonuçsuz kalan vakaların listesi hala uzun. Devlet kurumlarının cinayet öncesi, esnası ve sonrasındaki ırkçı davranışları sonuçsuz kaldı – ne polis kurumunda ne de örneğin Hessen İçişleri Bakanlığı’nda. Saldırı yerinde görevde olan 13 SEK (Sondereinsatzkommando, özel polis komandosu) üyesinin sağcı bir sohbet grubunda yer aldıkları daha sonraları ortaya çıktı. Bu SEK birimi, ortaya çıktıktan sonra feshedildi, ancak bu, ilgili polis memurlarının görevden alınmasına neden olmadı.

Aralık 2021’de Federal Savcılık olası suç ortaklarına yönelik soruşturmaları durdurarak kendini bir kez daha gülünç duruma düşürdü. Bu şekilde, ırkçılığın yapısal boyutunu gizlemek için Hanau cinayetini de devlet kurumlarının iddia ettiği sayısız tekil vakalara dahil ettiler. Ancak bu yolla, kendilerini sorumluluklarından arındırarak lafta dayanışma gösterileri ile sergileyebiliyorlar.

Saldırıdan iki ay sonra Arena Bar’ın camlarını kimin kırdığı da hala bilinmiyor. Orta kesim diye tabir edilen toplumun ana kesiminin vurdum duymazlığı ve ırkçılığı hakkında da önemli bir tartışma yok: Saldırıyla ilgili ayrıntılar netleşmeden önce bile, bazı medya organları bir “iç hesaplaşma eylemi” olduğundan şüphelendi, saldırıdan altı ay sonra Hanau anması SPD belediye başkanı tarafından pandemi gerekçe gösterilerek iptal edildi ve saldırıdan kısa bir süre sonra CDU, Hanau’un “normal”e dönmesini gerektiği açıkladı.

Hanau’dan iki yıl sonra hareket olarak nerde duruyoruz?

Öldürülenlerin yakınları, 19 Şubat Girişimi ve anti-ırkçı hareketler, Ferhat Ünvar, Said Nesar Hashemi, Mercedes Kierpacz, Fatih Saraçoğlu, Vili Viorel Păun, Kaloyan Velkov, Hamza Kurtović, Sedat Gürbüz ve Gökhan Gültekin’in isimlerini ve anılarını içimizde ve bizimle yaşatmayı başardı. Katledilen Ferhat’ın annesi Serpil Temiz Ünvar, hüzün, öfke ve acının ortasında Ferhat Ünvar eğitim girişimini kurdu. Sağcı, ırkçı ve Yahudi karşıtı şiddete maruz kalanlar, kuşaklar ve kimlikler ötesinden bir araya gelip ortak talepleri için yeni mücadele ittifakları oluşturdular. Polis şiddetini, devlet kurumlarındaki sağ yapılar ve kurumsal ırkçılık konularını tekrar tekrar gündeme getiren de bu ortak mücadelelerdir. Anayasayı koruma teşkilatının (Verfassungsschutz) meşru(suz)luğu ve polis teşkilatının kaldırılması hakkında sürdürülen siyasi ve toplumsal tartışmalar geniş bir kamuyona ulaşabildi. Bu gelişmenin bir nedeni de George Floyd’un beyaz polislerce boğularak öldürülmesinden sonra siyahi kardeşlerimizin Birleşik Amerika Devletler’inde geliştirdikleri güçlü ve büyük BLM (Black Lives Matter-Siyahilerin’de hayatı önemlidir) protestolarıydı. Bu protesto hareketi burada da ırksallaştırılan topluluklara yansıdı ve yaygınlaştırıldı.

Aynı zamanda, materyalist koşulların değil, yalnızca “çeşitlilik”, kotalar ve bireysel farkındalık eğitimi veya imtiyaz kontrolleri gibi konuların gündemde olduğu, giderek yaygınlaşan bir liberal ırkçılık karşıtlığına tanık oluyoruz. Federal hükümet bile yaklaşık bir yıl önce “aşırı sağcılığa ve ırkçılığa karşı’ net bir sinyal olarak 89 noktalı “güçlü” bir önlem kataloğunu karara bağladı. Vatandaşlar, sağa kaymaya karşı koymak için “direngen demokratlar” eğitilmelidir, deniliyor. Sağ şiddetin ve onun ağlarının, aşırı derecede önemsizleştirilmesi, yapısal ırkçılık ve baskının anlaşılamadığı korkunç analitik bulanıklıktan kaynaklanıyor. Sonuç olarak, ırkçılık karşıtı mücadeleler, egemen sistem tarafından etki altına alınma (alet edilme) tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Aydınlatmadan, daha fazlasını hedefliyoruz

Özellikle Hanau’daki suikast olayında, saldırıdan siyasi olarak sorumlu olanlar bile kaygısızca anma çağrısı yapabiliyorsa, insanların olaydan ders çıkarma konusunda gerçekten ne kadar az anladığını gösteriyor. Onlar için anma, sadece hatırlama ve çelenk bırakmaktan ibaret. Hanau’un, sınıflı bir toplumla ve kaçınılmaz olarak içinde bir üst ve alt tabaka içeren sistem’le alakalı olduğunu görmüyorlar. Hanau’u, iş göçü anlaşmaları, mültecileri geri çevirme uzlaşmaları ve NSU cinayetlerinin de içinde yer aldığı bir sürekliliğin parçası olarak görmek gerekiyor. Hanau’un “çözülmesi” gereken tek ve izole bir vaka olarak görülemeyeceği halen anlaşılamıyorlar. Eğer niyet olsaydı, her bir ırkçı ve sağcı şiddet vakası muhtemelen daha kapsamlı bir şekilde aydınlatılabilirdi – ancak, olsaydı bile, aydınlatılan her vaka için on yeni vaka gelir.

Devletin ve kurumlarının sağcı, antisemit ve ırkçı eylemlere ilişkin aydınlatma çalışmalarının tarihine bakarsak, 19 Şubat’ın da maalesef sınırlı bir başarıyla sonuçlanacağını öngörmeliyiz. NSU cinayetlerlerine ilişkin sayısız soruşturma komisyonları, Neukölln’deki bir dizi saldırıya ilişkin kurulan komisyon ve Oury Jalloh vakasındaki sayısız raporlar, bir yandan sorumluların ifadelerinde ve suçu reddetmelerinde birbirlerini destekleyeceklerini ve koruyacaklarını gösteriyor. Öte yandan ise, yapısal anlamda fazla bir şey kazanmadığımızı söyleyebiliriz. Elbette somut faillerin isimlerinin ortaya çıkarılması, hesap vermeleri ve ağlarının ortaya çıkarılması için, mevcut yasal olanakların azami ölçüde zorlanması ve kullanılması son derece önemlidir. Gerekli baskılarla bir araştırma ve soruşturma komisyonu kurulabiliniyorsa, mevcut sistem içinde bir aşama başarısı ve yakınlar açısından kazanılmış bir mücadele aracı olarak değerlendirilmeli. Bu nedenle aydınlatma, adalet, anma ve sonuçları için verdikleri mücadele en büyük dayanışmayı ve desteği hak ediyor.

Ancak, politikacı X’in istifasının veya devlet görevlisi Y’nin başka bir yere tayin edilmesinin devrimi getireceğine kanmamalıyız. Sistemin aslında kendi içinde iyi çalıştığı ve yalnız şurada burada var olan bazı kusurların yeni kadro veya ek paragraflarla düzeltilmesi gerektiği yanılsamasına kapılmamalıyız. Davamız salt aydınlatmayla sınırlı kalamaz. Sağcı ideolojiler ve şiddetin kökü ile mücadele verecek bir toplum için mücadele etmeliyiz- ve bunlar ise kapitalist sistemin kalbinde yer alır.

Bu kapitalist sistemde yaşadığımız sürece, polis, ordu, özel kuvvetler içindeki sağcı yapıların ortaya çıkması ile her zaman karşı karşıya kalacağız ve patlayıcı depolayan ve ölüm listeleri tutan yedek askeri güçleri duyacağız. Toplumun bedenini oluşturan sözde ‘orta kesim’, burada “yasadışı” ikamet edenlerin sınır dışı edilmesi için haykırmaya devam edecek. Sağcılar, neticede harekete geçmek için “ırk savaşı” hikayesini anlatmaya devam edecekler. Sorumlu polis memurları cezalandırılmaksızın insanları yine gözaltında öldürülecekler. AB sınır rejimi duvarlarını durmadan yükseltecek ve sınırlarını “savunacak”. Ve Küresel Güney’deki kardeşlerimiz, doğal kaynaklar ve iktidar uğruna sürdürülen kanlı emperyalist savaşlarda her gün, sadece evlerini değil hayatlarını da kaybetmeye devam edecekler.

Sağ terörün bu ‘normalliğiyle’ mücadele etmeliyiz. Bunu yaparken, burjuva partileri, politikacılar veya diğer devlet görevlileri tarafından dümenlerinin dönmesine alet edilmemeliyiz. Çünkü tek amaçları, tam da bu sistem ve devleti ideal ve bütünlüklü bir kapitalist olarak korumaktır. Şurada burada yapılan reformlarla durumu daha az acımasız göstermeye çalışsalar da, temel sorun değişmeyecektir..

19 Şubat’ta neden sokağa çıkıyoruz?

Yakınlarının, ırkçılığa maruz kalanların ve 19 Şubat inisiyatifinin aydınlatma, anma, adalet ve sonuçlar çıkarma talepleri olabildiğince her yerde ve her şekilde desteklenmelidir. Aynı zamanda, toplumun radikal bir şekilde değişimi ve özörgütlenmemiz için çaba sarf etmeye devam edeceğiz. Irkçı ortamdan sorumlu olanları, sağcı yapıları koruyanları, ırkçı politikalarla sağcı terörü körükleyenleri, sömürü ve dışlamanın zeminini besleyenleri unutmayacağız ve onları yargılamaya devam edeceğiz. Bu nedenle, örtbas etme ve manipüle etme konusunda aktif olarak yer alan bir devletten talepte bulunamayız. Boş söz ve jestlerle kandırılamayacağız, doğru bildiğimizi kendi çabalarımızla hayata geçireceğiz.

İnsan yaşamı yerine kâr üzerine kurulu bu sömürücü, kapitalist sisteme bir alternatif yaratmak istiyoruz. Mahallelerde düzenli çalışma yapmak, komşularımızla iletişim halinde olmak, onları dinlemek, siyasi vizyonlarımızı paylaşmak ve birlikte örgütlenmek ve uygulamak istiyoruz. Mahalleyle bağ kurmak ve kök salmak özellikle önemlidir, çünkü burası büyüdüğümüz, ilişkilerimizin, hikayelerimizin olduğu ve mücadele ettiğimiz yer. Yine de küresel güneyde kardeşlerimizle ve yoldaşlarımızla yan yana duruyoruz, çünkü ancak küresel mücadele herkes için bir kurtuluş olabilir!

Bu savunduklarımız 19 Şubat 2022 için ne anlama geliyor?

Ayrımcılığa uğramanın, sömürülmenin ve insanlıktan çıkarılmanın ne demek olduğunu günlük hayatında yaşayan insanları sokaklara çıkarmak demektir. Birçoğu için, Hanau ve sayısız diğer ırkçı şiddet vakalarının hüznü ve öfkesi hala derin. Bu nedenle ırkçı cinayetlerin Hanau’da yaşandığı saatte birlikte hüzün, öfke, umut, direniş ve dayanışma anlarını paylaşmak için birlikte sokaklarda olacağız!

Ajde, alerta, haydi, yallah ve bijî Migrantifa!

Migrantifa Berlin/ Şubat Februar 2022

————————————— D U E T S C H ——————————————————————-

Bezüglich des Gedenkens an Hanau empfehlen wir die Lektüre des Artikels „Zwei Jahre nach Hanau“ von Migrantifa Berlin. Mit der Zustimmung von Migrantifa Berlin veröffentlichen wir die türkische Übersetzung des Arikels, der auf Deutsch im Lower Class Magazine erschienen ist.

Migrantifa Berlin: Zwei Jahre nach Hanau

Vor zwei Jahren, am 19. Februar 2020, wurden Vili Viorel Păun, Said Nesar Hashemi, Gökhan Gültekin, Mercedes Kierpacz, Hamza Kurtović, Fatih Saraçoğlu, Ferhat Unvar, Kaloyan Velkov und Sedat Gürbüz von einem Rassisten ermordet. Zwei lange Jahre sind seitdem vergangen. Jetzt, kurz vor dem 19. Februar 2022, sind die Medien wieder voll mit Beileidsbekundungen und dem Ruf nach mehr Toleranz und “Diversity”. Der Antirassismus (Antira) ist im Mainstream angekommen. Die Antira-Bewegung der letzten Jahrzehnte hat ihn mit Beharrlichkeit und Kraft dorthin geschoben. Das ist aber gleichzeitig Fluch und Segen. Zeit also, die Linse zu schärfen.

Was haben zwei Jahre nach Hanau mit sich gebracht

Seit dem 3. Dezember tagt der Untersuchungsausschuss im hessischen Landtag zum 19. Februar. Dort soll eine Aufarbeitung erzwungen und Antworten auf viel zu viele offene Fragen gefunden werden. Fragen, wie zu den Waffenscheinen des Täters, zur Nichterreichbarkeit des Notrufs, zum verschlossenen Notausgang am zweiten Tatort, zu den ungeklärten Umständen am Täterhaus, zum respektlosen Umgang mit den Angehörigen in der Tatnacht und danach oder zur Rolle des Vaters des Täters. Der Untersuchungsausschuss und der damit angestoßene Aufarbeitungsprozess wurden nur durch die Beharrlichkeit der Angehörigen und Unterstützer*innen erkämpft.

Die Liste der Fälle, die bisher folgenlos blieben, ist immer noch lang. Rassistisches Verhalten der Behörden vor, während und nach der Tat haben keine Konsequenzen gehabt – weder in Polizeibehörden noch beispielsweise im hessischen Innenministerium. 13 Mitglieder der SEK-Einheit, die am Anschlagsort im Einsatz waren, waren Teil einer rechtsradikalen Chatgruppe. Diese SEK-Einheit wurde nach Bekanntwerden aufgelöst, was jedoch nicht bedeutet hat, dass die jeweiligen Polizisten ihren Job los waren.

Im Dezember 2021 hat sich die Generalbundesanwaltschaft mal wieder damit lächerlich gemacht, dass sie die Ermittlungen gegen mögliche Mittäter eingestellt hat. Somit reihen sie Hanau in die unzähligen rassistischen Vorfälle ein, bei denen die Behörden behaupten es handle sich um Einzeltäter, um die strukturelle Dimension von Rassismus auszublenden. Nur so ist es rhetorisch überhaupt möglich Solidarität zu heucheln, ohne sich selbst konsequent in die Verantwortung zu nehmen.

Weiterhin unbekannt ist, wer die Scheiben der Arena Bar zwei Monate nach dem Anschlag eingeschlagen hat. Es gibt auch keine nennenswerten Debatten um die Ignoranz und den Rassismus der sogenannten Mitte: Noch bevor Details zum Anschlag klar waren, mutmaßten einige Medien schon über eine “Milieutat”, die Hanau-Gedenkdemonstration sechs Monate nach dem Anschlag wurde unverhältnismäßig kurzfristig vom SPD-Bürgermeister aufgrund der Infektionslage abgesagt und die CDU wünschte sich nicht lange nach dem Anschlag, dass Hanau wieder zur “Normalität” zurückkehre.

Wo wir zwei Jahre nach Hanau als Bewegung stehen

Die Angehörigen, die Initiative 19. Februar und die Antira-Bewegung haben es geschafft, die Namen und Erinnerungen an Ferhat Unvar, Said Nesar Hashemi, Mercedes Kierpacz, Fatih Saraçoğlu, Vili Viorel Păun, Kaloyan Velkov, Hamza Kurtović, Sedat Gürbüz und Gökhan Gültekin in und durch uns weiterleben zu lassen. Serpil Temiz Unvar, die Mutter des ermordeten Ferhats, hat inmitten der Trauer, der Wut und des Schmerzes die Bildungsinitiative Ferhat Unvar gegründet. Betroffene rechter, rassistischer und antisemitischer Gewalt vernetzen sich über Generationen und Identitäten hinweg, stehen zusammen und schaffen damit neue Allianzen für den Kampf für ihre gemeinsamen Forderungen. Es sind auch diese gemeinsamen Kämpfe, die die Themen Polizeigewalt, rechte Strukturen in Behörden sowie institutionellem Rassismus immer wieder auf die Tagesordnung setzen. Politische und gesellschaftliche Debatten zur (De)legitimierung des Verfassungsschutzes und der Abschaffung der Polizei haben es in die breite Öffentlichkeit geschafft, unter anderem durch die starken und abolitionistisch geprägten #BLM-Proteste unserer Schwarzen Geschwister, die aus den USA kamen und auch hier in rassifizierten Communities verbreitet wurden.

Gleichzeitig erleben wir einen sich immer weiter ausbreitenden liberalen Antirassismus, bei dem nicht um materielle Bedingungen, sondern ausschließlich um “Diversity”, Quoten und individuelles Bewusstseinstraining oder Privilegiencheck geht. Selbst die Bundesregierung hat vor etwa einem Jahr einen 89 “starken” Maßnahmenkatalog beschlossen, als “klares Signal gegen Rechtsextremismus und Rassismus”. Die Bürger*innen sollen zu “wehrhaften Demokrat*innen” erzogen werden, um so dem Rechtsruck entgegen zu treten. Diese extreme Verharmlosung rechter Gewalt und ihrer Netzwerke zeugt von einer fatalen analytischen Unschärfe, innerhalb dessen struktureller Rassismus und Unterdrückung nicht verstanden werden kann. Infolgedessen laufen antirassistische Kämpfe Gefahr, vom herrschenden System vereinnahmt zu werden.

Mehr als nur Aufklärung

Gerade beim Attentat in Hanau zeigt sich, wie wenig Menschen wirklich verstanden haben, wenn selbst diejenigen, die politisch für den Anschlag mitverantwortlich sind, unreflektiert zum Gedenken aufrufen. Für sie bedeutet Gedenken ein bloßes Erinnern und einen Kranz niederzulegen. Sie sehen nicht, dass Hanau Ursache einer Klassengesellschaft und eines Systems ist, in dem zwangsläufig ein oben und unten existieren. Hanau steht in einer Kontinuität zum Anwerbeabkommen, zum Asylrechtskompromiss und zum NSU-Komplex. Sie verstehen nicht, dass Hanau nicht als einzelner, abgekoppelter Einzelfall betrachtet werden kann, den es zu “lösen” gilt. Jeder einzelne Fall rassistischer und rechter Gewalt könnte wahrscheinlich umfangreicher aufgeklärt werden, wenn der Wille da wäre – doch selbst wenn, würden zu jedem aufgeklärtem Fall zehn neue dazu kommen.

Wenn wir uns die Geschichte von Aufklärungs- und Aufarbeitungsarbeit seitens der Behörden und des Staates bei rechten, antisemitischen und rassistischen Taten anschauen, müssen wir wohl auch beim 19. Februar davon ausgehen, dass er leider nur begrenzt erfolgreich sein wird. Die unzähligen Untersuchungsausschüsse zum NSU-Komplex, der Ausschuss zur Anschlagsserie in Neukölln und die zahlreichen Gutachten im Fall Oury Jallohs zeigen zum einen, dass die Verantwortlichen sich gegenseitig in ihren Erzählungen und Schuldabweisungen stützen und schützen werden. Zum anderen haben wir strukturell gesehen nicht viel gewonnen. Natürlich ist es enorm wichtig, die verfügbaren rechtlichen Mittel maximal auszuschöpfen, um die konkreten Täter*innen zu benennen, zur Verantwortung zu ziehen und Netzwerke aufzudecken. Kommt ein Untersuchungsausschuss mit dem nötigen Druck zustande, so ist es ein Etappenerfolg innerhalb des herrschenden Systems und aus Sicht der Angehörigen ein kämpferisches Mittel. Deshalb gebührt ihnen die vollste Solidarität und Unterstützung in ihrem Kampf um Aufklärung, Gerechtigkeit, Erinnerung und Konsequenzen.

Wir dürfen jedoch nicht glauben, dass das Zurücktreten von Politiker*in X oder die Versetzung von Beamt*in Y die Revolution herbeiführen wird. Wir dürfen uns nicht der Illusion hingeben, dass das System in sich gut funktioniert und nur hier und da sind noch ein paar Schönheitsfehler durch neues Personal oder Zusatzparagraphen zu beheben. Es kann nicht bei bloßer Aufklärung bleiben. Wir müssen für eine Gesellschaft kämpfen, die rechte Ideologien und Gewalt an den Wurzeln bekämpft – und die sitzen im Herzen des kapitalistischen Systems.

Solange wir in diesem kapitalistischen System leben, werden wir immer wieder konfrontiert sein mit dem Auffliegen von rechten Strukturen innerhalb der Polizei, der Bundeswehr, den Sondereinsatzkommandos und werden hören von Reservisten, die Sprengstoffe horten und Todeslisten führen. Die sogenannte Mitte wird weiterhin nach Abschiebungen von Menschen, die sich „illegal“ hier aufhalten schreien. Die Rechten werden die Erzählung eines “Rassenkrieges” immer weiterspinnen, bis sie schlussendlich handeln werden. Es werden wieder und wieder Menschen in Gewahrsam zu Tode kommen, ohne jegliche Konsequenzen für die verantwortlichen Polizist*innen. Das EU-Grenzregime wird ungebremst seine Mauern höherziehen und ihre Grenzen “verteidigen”. Und unsere Geschwister im globalen Süden werden Tag für Tag weiter in mörderischen imperialistischen Kriegen um Ressourcen und Macht nicht nur ihr Zuhause, sondern auch ihre Leben verlieren. 

Diese Normalität rechten Terrors müssen wir bekämpfen. Dabei dürfen wir uns nicht von bürgerlichen Parteien, Politiker*innen oder sonstigen staatlichen Bediensteten vereinnahmen lassen. Denn deren einziger Zweck ist es, eben jenes System und den Staat als ideellen Gesamtkapitalisten zu schützen. Zwar versuchen sie es durch eine Reform hier und da weniger brutal erscheinen zu lassen, am Grundproblem ändert sich jedoch nichts.

Warum am 19. Februar auf die Straße gehen

Die Forderungen nach Aufklärung, Erinnerung, Gerechtigkeit und Konsequenzen der Angehörigen, Betroffenen und der Initiative 19. Februar gilt es zu unterstützen, wo und wie immer wir können. Gleichzeitig werden wir unser Streben nach radikaler Veränderung der Gesellschaft und Selbstorganisierung weiterverfolgen. Wir vergessen nicht, sondern werden weiterhin all diejenigen anklagen, die für das rassistisches Klima verantwortlich sind, die rechte Strukturen schützen, rechten Terror durch rassistische Politik befeuern sowie den Nährboden für Ausbeutung und Ausgrenzung füttern. Wir können keine Forderungen an einen Staat stellen, der genau das tut und aktiv daran beteiligt ist, zu vertuschen und zu manipulieren. Wir lassen uns nicht mit leeren Worten und Gesten abspeisen, sondern werden selber machen!

Wir wollen eine Alternative schaffen zu diesem ausbeuterischen, kapitalistischen System, in dem es um Profite statt um Menschenleben geht. Wir wollen kontinuierliche Arbeit in den Nachbarschaften leisten, weiter mit unseren Nachbar*innen in Kontakt treten, zuhören, unsere politischen Visionen teilen und gemeinsam organisieren und umsetzen. Die Verankerung und Bezug zur Nachbarschaft ist besonders wichtig, denn hier wachsen wir auf, haben unsere Beziehungen, Geschichten und führen unsere Kämpfe. Nichtsdestotrotz stehen wir Seite an Seite mit unseren Geschwistern und Genoss*innen im globalen Süden, denn nur der globale Kampf kann eine Befreiung aller sein!

Für den 19. Februar 2022 heißt es, Menschen auf die Straßen zu holen, die tagtäglich erfahren was es heißt, diskriminiert, ausgebeutet und entmenschlicht zu werden. Für viele sitzt die Trauer und die Wut um Hanau, aber auch um unzählige andere Fälle rassistischer Gewalt, immer noch tief. Daher werden wir zur Tatzeit gemeinsam auf den Straßen sein, um kollektive Momente der Trauer, der Wut, der Hoffnung, des Widerstands und der Solidarität zu teilen!

Ajde, alerta, haydi, yallah und bijî Migrantifa!

Migrantifa Berlin/ Februar 2022